Adaletse Adalet

Ocak 2001

Ülkemizde bankacılık sektöründe müthiş bir komedi yaşanıyor. Sektör battı denebilecek bir çöküntü içinde. Yedi banka iflas etti. Geriye kalanların çoğu da gizli iflasta; devletten aldıkları trilyonlarla varlıklarını sürdürüyorlar. Merkez Bankası ve Kalkınma Bankası da iflas etmiş durumda. Kooperatif Merkez Bankası, İhtiyat Sandığı ve Sosyal Sigortalar, gelmiş geçmiş hükümetler tarafından yağma edilmiş durumda. Belli ki yaşananlar bir iki banka sahibinin bankaları “hortumlaması” değil… Çok daha ciddi bir mali kriz var. zaten olay sadece hortumlama olsaydı, sektörde çöküntü olmazdı. Çünkü hortumlamak, yani çalmak, kaynakları bir sermaye grubundan ötekine aktarır; sektörü çökertmez. Merkez Bankası sağlam olsaydı, karşılaşılan güçlükler, bizde de Türkiye’deki gibi, ciddi bir bunalım yaratmadan ve tasarruf sahiplerini mağdur etmeden atlatılabilirdi. Türkiye’de batan bankalardaki mevduatlar çok daha fazla. Üstelik bir o kadar daha bankanın da mali bünyesinin zayıf olduğu biliniyor. Yakında bunlar için de gerekli işlemler yapılacak. Buna rağmen sektörde tasarruf sahibine yansıyan bir bunalım yok.

Bizde Merkez Bankası’nın çalışamaz hale gelmesinden sorumlu olanlardan, yani Başbakan ve Maliye Bakanı’ndan, işe başlamak gerekirken manzaraya bakın: Tekin Birinci, Mehmet Birinci ve Ertan Birinci yargılanıyor. Sorumlulukları varsa yargılansınlar, hiçbir itirazım yok; ama daha yargı süreci başlamadan Eroğlu ve Bayram ikide bir “suçlular cezalandırılacaktır” diye demeç veriyor. Yargıya götürülen hiç kimse, mahkeme kararını vermeden suçlu değildir. O halde Eroğlu ve Bayram cehaletlerinden dolayı mı böyle demeçler veriyor? Hayır, kendilerini aklamak ve sorumluluklarından sıyrılmak endişesiyle böyle konuşuyorlar. Kamuoyuna şov yaparak yargı organlarını baskı altına almak için böyle davranıyorlar. Savcılık, her şeyden önce, Başbakan, Maliye Bakanı ve UBP’nin yayın organlarını, yargıda olan bir konuda bu şekilde beyanatlar vermemeleri için uyarmalıdır.

KKTC’de, basında da açıklandığı gibi, beş banka (ki bunlar da TC ve KKTC’nin devlet bankaları ve kooperatif bankalarıdır) dışındaki tüm bankaların mevduatlarının munzam karşılığını eksik beyan ettiği ve dolayısıyla mevduatın tamamını sigorta ettirmedikleri bilinmektedir. Hürbank yöneticileri olarak bizlere getirilen ithamların özü de budur. Murat Demirel gibi çuvallarla milyon dolarları götürmediğimiz için, bir hortumlama ithamı yoktur. Peki savcılık, munzam karşılıkların eksik beyanıyla ilgili olarak bunu yapan tüm bankaların yöneticilerine de suç duyurusunda bulunuyor mu? Savcılık bu konuda şu ana kadar ne yaptı? Bankası batmayan yöneticilerin evrak sahtekarlığı yapması serbest mi? Yoksa bu diyar “becer da bal ye” diyarı mı?

Endüstri Bankası, Hürbank ve Everestbank’ın Maliye Bakanlığı’na sunduğu yüzdürme planından çok daha inanılmaz bir plan sunmasına rağmen yüzdürülüyor. Banka yöneticilerinin gerekli nakit parayı sağlayıp bankalarını kurtarması temennimdir. Ancak bankanın kurtulması demek, “evrak sahteciliği”, “sahte evrakı tedavüle sürme”, “mevduatı sigorta ettirmeme” gibi ithamların ortadan kalkması mı demektir? Bankasını kurtaran kaptan mıdır? Öldürmek için birini hedef alıp ateş eder fakat hedefi vurmayı başaramazsam suç işlemiş sayılmaz mıyım?

İşin gerçeği şu ki, ne Eroğlu ne de Denktaş, Asil Nadir’i yargı önüne çıkaracak yüreğe sahip değil. TC Cumhuriyet Savcılığı’nın ifade almak için aradığı Asil Bey’i, KKTC gibi bir yerde hiçbir güç boşuna mı bulamıyor?

Adaletse adalet! Ben Hürbank yöneticilerin yargı önüne çıkarılmasına itiraz etmiyorum. Çıksınlar ve olan bitenin hesabını versinler; ama sadece Hürbank yöneticileri değil. Aynı uygulamalar eğer suç unsuru içeriyorsa, bunu yapan tüm banka sorumluları ve yöneticileri de yargı önüne çıkarılmalıdır. Ali’ye başka Veli’ye başka standart uygulanmamalıdır. Çifte standart ortadan kaldırılmalıdır.

Dahası, evrak sahteciliğinin her türlüsünü yapanlar yargılanmalıdır. Ben bir hafta hapis yattım. Hapishanede, sıradan vatandaşların, bilinçsizliklerinden dolayı işlediği basit evrak sahtecilikleri yüzünden yattığına tanık oldum. Ölmüş babasının adına araba kaydı yaptırarak devleti dolandıran Mehmet Bayram niye yargılanmadı? Neden bu iş örtbas edildi? Böyle birisi nasıl Maliye Bakanı olur?...

Bu evrak sahteleme işi çok ilginç bir konudur. Çoğu zaman birine yardımcı olmak, iyilik yapmak, bir jest yapmak için bile “evrak sahtelemiş” duruma düşüyoruz. Geçenlerde yerel basınımızda Spor Bakanlığı’yla ilgili bir tartışma izledim. Bakanlık, Avrupa Futbol Şampiyonası’na, TC Spor Bakanlığı kontenjanıyla iki kişi gönderdi. Fakat gönderilen kişilerden biri bakanlık görevlisi değil, futbol federasyonunun İstanbul temsilcisiydi. Büyük ihtimalle iyi niyetle, federasyon ve bakanlık arasındaki sıcak ilişkilerin hatırına gerçekleştirilen bu uygulamada, sahtekarlık yapılarak hak sahibi olmayan birine fayda sağlamak suretiyle TC Spor Bakanlığı dolandırılmış olmadı mı? Bunun da kararı yargıya kalmıştır… Ama adalet herkes eşit uygulanmalı. Sıradan vatandaş için adalet neyse, bankacılar için de, bakanlar için de aynı olmalı. Bu hatayı yapan bakanın en azından derhal istifa etmesi beklenirdi.

Son olarak banka mudilerine bir jurnalim daha var. Geçen hafta Avrupa gazetesindeki yazımda, İhtiyat Sandığı, Sosyal Sigortalar, Kooperatif Merkez Bankası, Kalkınma Bankası ve Merkez Bankası’ndaki paraların da hesabını sormalarını istemiştim. Yeri gelmişken Savcılığa da anımsatmak istiyorum. Bu kuruluşlardaki paraların nerede kullanılabileceğini kararlaştırma yetkisi kime veya kimlere aittir? Buralardan yasadışı aktarmalar yapıldı mı? Kooperatif Merkez Bankası’nda yıllardır genel kurul toplantısı yapılmaması bir yasadışılık değil mi? Bu kurumlarımızdaki uygulamaları sorgulayıp kusuru görülenleri yargı önüne çıkaracak mısınız? Yoksa resmi sıfatla kuralları çiğnemek, yasaları yok saymak serbest mi?

Yürekten katıldığım ve Mudiler Birliği yöneticilerinden çok büyük bir inançla desteklediğim mudi hareketine, hükümetlerin bu kurumlarımızdaki yasadışı uygulamalarının da takipçisi olmalarını, sorumlular adalet karşısına çıkarılana kadar bu konunun da peşini bırakmamalarını öneriyorum.

Mudi hareketinin neden şiddetini kaybettiğinin sorgulanması gerekir. İşte bu konuda ipucu oluşturabileck bir noktayı tüm mudilere sunmak istiyorum. Mudi hareketinin yöneticilerini yakın takibe alın, hatta gerekirse değiştirin, çünkü bunların bazıları mudi bile değil. Örneğin Hürbank “mudisi” Metin Arhun ve kardeşi Tekin Arhun, alacaklarına karşılık, daha bunalımın hemen başında üç dükkan (First FM radyosunun ilk stüdyoları olarak kullanılan, Kermiya’daki Hacı Ali Apartmanlarındaki dükkanlar), üç Ford Focus araba ve iki adet de Kirby ev bakım sistemi aldılar.

Mudiler adına konuşma hakkına sahip olabilecek en son insanların, mudilerin haklı taleplerini doğru adresten saptırmak için uğraştığından endişeliyim. Yedi banka batmışken ve devlet bankalarında bile gizli iflas söz konusuyken yalnızca Hürbank yetkililerinin yargılanmasından, ve yargı sürecinin başlamak üzere olduğu şu sıralar, yargıyı olumsuz yönde etkileyip bankacılık sektöründeki çöküntüde en büyük sorumluluk sahibi olan 26 yıllık Denktaş-Derviş yönetimlerini aklamak için ikide bir basına Hürbank’la ilgili güncelliğini yitirmiş haberleri skandal diye sızdırarak günah keçisi yaratmaktan, mudilerin hiçbir çıkarı yoktur. Mudilerin çıkarı, öncelikle düzeni ve Ankara yöneticileri başta olmak üzere bu düzenin sorumlularını sorgulamakta, bunlara karşı mücadele etmekte, ve adaletse herkes için aynı adaleti istemekte yatmaktadır.

Hürbank’la ilgili gerçeklere gelince, yargı sürecinin başlamakta olduğu şu sıralar bu konuda konuşmak yerinde bir davranış olmamasına rağmen, halka ve öncelikle mudilere, bankanın başına gelenleri ana hatlarıyla özetlemek gereklidir.

Hürbank’ta hortumlama, çalma, başka ülkelere para aktarma diye bir olay yoktur. Bankanın verdiği kredilerin en önemlileri geri dönmemiş, bankanın sahibi olan Birinci Holding, bankalarını ve paralarını kurtarma ümidi ve endişesiyle, aldıkları kredileri ödemeyen şirketleri devralmıştır. Devralmak da yeterli olmadığı için, paranın geri dönüşünü sağlayabilmek için bu işletmelere ek yatırımlar yapmak zorunda kalmıştır. Bu yüzden mevduatın %92’si Birinci Holding’in kullanımında gibi görünüyor. %148 ve üç ayda bir ana borca konsolide faiz sistemiyle, yani yıllık %230’larda seyreden faizlerle bu yatırımların altından kalkılamamış, Birinci ailesi sadece bankaya koyduğu sermayeyi değil, 40 yıldır kazandıklarını da bu yolda yitirerek iflas etmiştir.

Birinci Grubu’nun en büyük suçu, Koç’un, Sabancı’nın bile itibar etmeyip yatırım yapmadığı Kuzey Kıbrıs’a yatırım yapmak olmuştur. Bu sadece bizim sıkıntımız değil kuşkusuz. Gazeteler her gün turizmcilerin, Sanayi Odası yöneticilerinin bu konudaki feryatlarıyla doludur.

Birinci Grubu 40 yıl boyunca her şeyini bu ülkeye yatırmış, yüzlerce kişiye istihdam olanağı sağlamış, ve hala bugün personelinin sosyal sigorta, ihtiyat sandığı, gelir vergisi gibi tüm sosyal hak ve menfaatlerini bir tamam yatırmakta olan bir şirkettir. Hatırlatmak isterim ki KKTC devleti bir ara kendi çalışanlarının sosyal sigorta ödemelerini yatırmamış ve Sosyal Sigorta Daire’sine para yerine Salamis Bay Otel yanında, sonradan “Sea Side Otel” olan yarım bir inşaat vermiştir.

KKTC hükümeti vatandaşlarının çıkarını korumayı hedefleyen bir hükümet olsa, Birinci Holding’e, işlerini yürütebilmesi, personelini kapının önüne koymaması ve Hürbank’tan kaynaklanan borçlarını ödemesi için yardımcı olabilirdi. İflasın eşiğindeki birçok özel bankaya trilyonlar akıtıldı. Hükümet açıklama yapsın. Hangi bankaya ne kadar mali destek verildi? Peki Birinci Grubu’na destek verilmemesinin sebebi ne?

Hükümetin tedbir diye yaptığı bankayı kapatmak, mudilere karşı önlem alıyoruz diye gösteriş yapmak için Birinciler’i yargı önüne çıkarmak. Halbuki hükümet aşağıda sıraladığım önlemleri alsa, hem çalışanların ekmeğinden olmasını önlemiş, hem de batan bankalar adına mudilere ödeyeceği parayı geri almış olmayacak mı? Hükümet Birinciler’in rantabl çalıştırılabilecek nesi var diye bir baksa neler bulacak?

Beko bayiliği, Ford bayiliği, Ariston bayiliği, Kirby temsilciliği, ihracattan ümidi kesse bile iç piyasada iyi iş yapabilecek modern bir şampuan ve deterjan fabrikası, tamamlanması için çok az bir yatırıma ihtiyaç olan ama tamamlandıktan sonra en az 4 milyon sterlin gelir getirebilecek, Karaoğlanoğlu’nda bir site inşaatı. Tüm bunları, masraflar çıktıktan sonra gelirin %90’ı borçlar ödenene kadar hazineye girecek şekilde ve yönetimde devlet temsilcilerinin de bulunacağı bir düzenlemeyle çalıştırmak için gerekli desteği vermek daha sağlıklı bir düşünce değil mi?

Fakat KKTC’deki hükümetin başındakiler, böyle düşünmek yerine, “Bir an önce bunları batırıp ellerindeki bayilikleri de biz alalım” mantığıyla hareket ediyor. Nitekim Birinciler’e ait Volkswagen bayiliğini böyle bir komployla malum bir paravan şirketin eline geçirttiler. Şimdilerde Canatan Ltd.’e ait Ülker bayiliği de benzer bir “kazaya” uğramış durumda. Bunları incelemek savcılığın mı görevidir, Sayıştay’ın mı, Ombudsman’ın mı bilemiyorum; ama kanıt bulunamayacağından eminim. Bu yüzden sorumluları açıkça yazamıyorum. Ne yazık ki rüşvetin belgesi yok!

İşadamlarının hükümetten destek görmek yerine hükümet erkini elinde bulunduranların paravan şirketleriyle boğuştuğu bir ortamda, burjuva hukuku yerine tam olarak orman hukukunun hüküm sürdüğü bir ortamda iflas etmiş olmak da anlaşılırdır; utanılacak bir yanı da yoktur. Bizim Birinci ailesi olarak alnımız açıktır. Kendi bankamızda bir kuruş hırsızlık ve hortumlama yoktur. Ama üç yıl önce bankamızda tüm Kıbrıs tarihinin en büyük soygunu olan 700 bin sterlinlik soygunu yapan şube müdürü Selçuk Bey ve işbirlikçileri, hala daha yargı önüne çıkarılmamıştır bile. (Ve biz onlardan da önce yargı önüne çıkarılıyoruz!) Üstelik bu kişiler polis sorgulaması için gözaltında bulundukları sırada, bizzat Başbakan Derviş Eroğlu’nun müdahalesiyle, gözaltı süresini hastanede geçirmiştir. Evet, adaletse adalet, ama herkes için!

Birinci ailesi olarak biz sorumluluklarımızın hesabını her yerde vermeye hazırız. Ama bu memlekete doğru dürüst vergi vermeyen, bir kuruş yatırım yapmadan, insanımıza istihdam sahası açmadan, tefecilik sayesinde para kazanan, yüksek faizli kredilerle halkı soyan faizcilerin “mudi temsilcisi” diye karşımıza çıkması ağırımıza gidiyor. Hırsızları koruyan bir başbakanın, iki de bir bizi “suçlu”, “hırsız” gibi göstermeye çalışması ağırımıza gidiyor.

Bütün bir sektör çökerken, bu çöküntünün baş mimarlarının devlet adamı görüntüsü altında dolaşması, benzer ithamlarla zan altında bulunan çok daha önemli sorumluluk sahiplerinin kenarda tutulması, ve yalnızca Tekin Birinci, Mehmet Birinci ve Ertan Birinci’nin yargı önüne çıkarılması adalet değildir. Adaletse herkes için adalet! Çifte standartlara derhal son verilmelidir. Siyasi yargılama değil, adalet istiyoruz.


Yorumlar

Popüler Yayınlar