Mehmet Yaşın Olayı ve Gerçekler *

Bir ayı aşkın bir süreden beri basınımızda Mehmet Yaşın olayı tartışılıyor. Çok yoğun bir şekilde “tartışılan” bu konuyu, okuyucuyu sıkmak pahasında da olsa biz de ele almak istiyoruz. 

Mehmet Yaşın Olayını Neden Ele Alıyoruz?

Mehmet Yaşın’ın çeşitli çalışmaları ve etkinlikleri, basınımızda ne yazık ki çok ilkesiz ve seviyesiz bir biçimde, olayları bilmeyen ve daha da kötüsü gerçeğini öğrenme zahmetine katlanmak istemeyen kimseler tarafından tartışılmaktadır. Bu, özgürlük lafını ağızlarına sakız edenlerin özgürlüklere ve demokratik haklara açıkça saldırdığı bir tartışmadır. Bu tartışma “barış” diye yırtınanların barış etkinliklerini sıfırla çarpan bir tartışmadır. Bu nedenle olayları gerçek yönleriyle ortaya koymak, tartışmaya bir düzey getirmek ve eğriyi doğrudan ayırmak amacıyla bu tartışmaya katılıyoruz.

Mehmet Yaşın Kimdir?

Mehmet Yaşın’ın sanatçı ve politik kişiliği hakkında okuyucuya öncelikle bilgi vermekte yarar vardır. Çünkü tartışmalar genellikle Mehmet Yaşın’ın kişiliği üzerinden yürütülmüş, Yaşın’ın kendi kendini yüceltmek, ucuz kahraman olmak, kendi reklamını yapmak istediği gibi birtakım asılsız iddialar ileri sürülmüştür. Kuşkusuz her sanatçı kitlelerin takdirini kazanmak ister. Bu insanın doğasında olan bir içgüdüdür. Ancak takdir suni ya da zorlama bir şekilde elde edilmez; halkın içinden gelmesi sonucu kazanılır. Gerçek sanatçılar, gerçek kahramanlar ancak böyle yaratılabilir. Yoksa kimse kendi kendini pohpohlayarak zirveye tırmanamaz. Sanırız Yaşın’ın da böyle bir niyeti hiçbir zaman olmamıştır.

Mehmet Yaşın’ın siyasal ve sanatsal yaşamında iki temel kaygısı vardır: a- Barış b- Tarihsel-toplumsal bir gerçek olarak Kıbrıs Türk toplumunun varlığının savunulması (ya da Kıbrıs Türk toplumunun ulusal kimliğinin korunması).

Mehmet Yaşın, şiirlerinde (gerekçesi ne olursa olsun) savaş ve savaşın yarattığı her türlü yıkım ve acıyı kınayan bir tutum izlemektedir. Bu tutumun genel olarak doğruluğu-yanlışlığı ayrıca tartışılabilir. Ama bizim, adamı tanıyabilmek için düşünce tarzını doğru ve objektif olarak kavramamız gereklidir.

Mehmet’in şiirlerinde 20 Temmuz eleştirilmektedir. Ama bu eleştiri 20 Temmuz olgusunun özüne yönelik değildir. Mehmet için önemli olan tek nokta, 20 Temmuz’da bir savaş olması, insanların ölmesi, kadınların dul, çocukların yetim kalması gibi olgulardır. O bu savaşın nedenleri, haklılığı ya da haksızlığıyla ilgilenmiyor. Aynı şekilde, 1963-64 savaşlarını eleştiren şiirleri de çoktur. Mehmet’in bakış açısına hakim olan olgu hümanizmdir. O sorunları inkar etmemekte, ancak bunların savaşmadan halledilebileceğine inanmaktadır. Bu nedenle Mehmet’in şiirlerinde “vatan hainliği” aramak yersizdir. Mehmet şiirlerinde somut olarak kendi yaşadığı savaşları ele alarak, tüm savaşlara karşı olan tepkisini dile getiriyor.

Kıbrıs Türklerinin toplumsal varlığının korunması konusundaki duyarlılığı da, içinden çıktığı, sanatına temel olan anadilin kaynağı olan toplumuna sahip çıkma ve onu dünyada layık olduğu çağdaş düzeyde görme isteğinden kaynaklanır. Mehmet Kıbrıs’ta iki temel toplumun varlığına ve eşitliğine inanan, Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıs Türklerine karşı takındığı şövenist, Enosisçi, ırkçı tavırları hassasiyetle eleştiren, kendi kimliğinin bilincinde bir sanatçıdır. Onun bu yönü, şiirlerinden çok makalelerinde ve araştırma yazılarında işlenmiştir. Mehmet Yaşın iyi bir şair olmanın yanında, iyi bir araştırmacı ve yazardır da. Kıbrıs kilisesinin tarihçesi üzerine yazdığı lisansüstü mezuniyet tezi ve Londra’da düzenlenmesinde bilfiil rol aldığı “Kıbrıslı Türk Kimliği” konulu açık oturuma sunduğu bildirge, bu bakımdan önemli belgelerdir.

Tartışmalara konu olan Vasiliu mesajı ve 23 Ağustos barış etkinlikleri olaylarına yol açan PAND toplantısında, Mehmet Yaşın’ın Kıbrıslı Türk kimliği hakkında ortaya koyduğu ilkeli tavır övgüye layıktır.

PAND Toplantısı

Nükleer Silahsızlanma için Çalışan Sanatçılar Birliği (PAND) Uluslararası Yönetim Kurulu Toplantısı, 8-11 Mayıs 1988 tarihlerinde, Güney Kıbrıs’ta yapıldı. İngiltere’de kurmuş olduğu ilişkiler sayesinde Mehmet Yaşın da PAND yönetim kurulu üyesi olmuştu. PAND toplantısına da Kıbrıslı Türk şair ve PAND yönetim kurulu üyesi sıfatıyla katıldı.

Burada dikkate değer nokta şudur: PAND yönetim kurulu, çeşitli ülkelerin yazarlarından oluşmaktadır. Bu ülkeler arasında Kıbrıs Rum Kesimi de Kıbrıs’ı temsilen bulunmaktadır. Yaşın, buna rağmen PAND yönetim kuruluna Kıbrıslı Rumlara ayrılan kontenjandan girmemiş, ve toplantı tutanağında kayıtlı katılım listesinde görülebileceği gibi toplantıya da “Kıbrıs Türk şairi” olarak Rumlardan bağımsız katılmıştır. Mehmet bu şekilde Kıbrıslı Türklerin ayrı ulusal varlığını vurgulamayı amaçlamış, nitekim bu tavrı toplantı boyunca da sürmüştür.

Mehmet Yaşın, PAND toplantısının açılışında Türkçe çevirmen bulunmadığı için kendi tebliğini sunmamış, İngilizce olarak “Anayurdum Kıbrıs’ta anadilim Türkçeyi konuşmak istiyorum” diyerek durumu protesto etmiştir.

Yaşın yine PAND toplantısı sırasında yaptığı bir konuşmada Rum kamuoyuna şöyle seslenmiştir:

“Kıbrıslı Türkleri yalnızca Türk olarak görüyorsanız, Türkiye ile birleşmelerini de kabul etmeniz gerekir. Kıbrıslı Türkleri de Kıbrıslı olarak görüyorsanız, Kıbrıs adına konuşmalarını kabul etmeniz gerekir. Halbuki siz, ‘Kıbrıs Ansiklopedisi’, ‘Kıbrıs Edebiyat Antolojisi’ gibi eserler hazırlayıp yalnızca Rumları ve Yunan kültürünü ele alıyor; Kıbrıslı Türkleri böylece yok sayıyorsunuz. Ama ben burada bir Kıbrıslı Türk şair olarak bulunuyorum. Kıbrıs Türk toplumu tarihsel toplumsal bir gerçek olmasa, ben de burada olamazdım. Kıbrıs’ta Yunanca dışında Türkçe bir edebiyatın varlığı da söz konusu olamazdı.”

Yaşın bu ve benzeri konuşmalarla, Kıbrıslı Rum aydın, sanatçı ve demokrat kesime, Kıbrıs Türk toplumu hakkında bugüne kadar güttükleri inkarcı politikanın ne kadar hatalı olduğunu çarpıcı bir şekilde vurgulayarak hatırlatmıştır. Bunun üzerine Kıbrıs Rum Kesimi’nde bir kesim aydın ve demokrat insan Kıbrıs Türkleriyle ilgili araştırmalara yönelirken, şöven ve tutucu kesimler de Mehmet Yaşın’a karşı saldırıya geçmiştir. Örneğin 4-5 Haziran 1988 tarihli Epikeri gazetesi, Mehmet Yaşın’ın “Kıbrıs’ın Helenik kimliğine” karşı konuşma yaptığını, “Kıbrıs’ın Yunan olmadığını” söylediğini belirtip kendisine saldırmıştır. Bu gazete güya tarih dersi vererek Kıbrıs’ın Yunanlılığını ispata çalışıyor.

Yaşın Kıbrıs Rum Kesimi’nde böylesine etkinliklerde bulunurken, Türk tarafındaki aydın ve sanatçı geçinen kesimler Yaşın’ın eyleminin içeriğini tartışmak yerine, “Yaşın Kıbrıs Türkleri adına konuşma yetkisini nereden buldu?”, “Yaşın’a Kıbrıslı Türk sanatçıları temsil etme yetkisini kim verdi?” gibi kısır bir dalaşma içine girdi. Yazımızda bu ve benzeri sorulara da açıklık getirmeye çalışacağız. Ancak önce gerçekleri belgeleriyle açıklamayı tamamlayalım.

Yazımızın bu haftaki bölümünü noktalarken okurun dikkatine getirmek istediğimiz son nokta da şudur: Mehmet Yaşın, KKTC Türkiye Büyükelçiliği’nden aldığı TC pasaportuyla ve Rum tarafından vize alarak pasaportuna mühür vurdurup Güney’e gitti! Kıbrıs Rum Yönetimi böylelikle ilk kez KKTC çıkışlı bir belgeyi mühürledi. Güney Kıbrıs’tan Yunanistan’a gitmek üzere vize için Yunan Konsolosluğu’na başvuran Yaşın’a Yunanistan vize vermedi ve güçlükler çıkardı.

Vasiliu’nun Mesajı

Mehmet Yaşın Güney Kıbrıs’ta bulunduğu süre içinde iki kez Vasiliu ile görüşme olanağı buldu. Bunlardan ilki, Vasiliu’nun PAND toplantısının yapıldığı Vassa köyüne bulunduğu ziyaret sırasında gerçekleşti. İkincisiyse Vasiliu’nun PAND şerefine kendi sarayında verdiği bir davette yer aldı. İşte etrafında fırtınalar koparılan o meşhur mesaj, bu ikinci buluşma sırasında verildi.

Vasiliu, Kıbrıslı Türk aydın ve sanatçılara niye Mehmet Yaşın aracılığıyla mesaj göndermek istedi? Bu mesajı iletmek için başka araçlar kullanamaz mıydı? Elbette kullanabilirdi. Bunu en azından Kıbrıs Rum basını ve radyo-televizyon kurumu aracılığıyla yapabilirdi. Mesajını Yaşın’a verdikten sonra, basın ve radyo-televizyon aracılığıyla kamuoyuna da açıklayabilirdi. Üstelik böyle davranması hem daha doğru olur, hem de Mehmet Yaşın’ı boş yere spekülasyonlara hedef olmaktan kurtarırdı. Fakat Vasiliu bunu tercih etmedi. Mesajını Mehmet Yaşın’a vermekle yetindi. Neden böyle davrandığını kendisine sormak gerek. Ama mesajı aldığı için kimsenin Mehmet Yaşın’ı kınamaya hakkı yoktur. Bir kere Vasiliu’nun mesajını görüşme olanağı bulacağı her Kıbrıslı Türk’e verilmek üzere hazırlattığı gözlemlenmektedir. Yaşın ise Vasiliu’nun mesajını hazırlattıktan sonra görüşme olanağı bulduğu ilk Kıbrıslı Türk sanatçıdır. Nitekim Vasiliu’nun bu mesajı başka Kıbrıslı Türklere de verdiği, fakat onların bunu gizlediği fısıltı gazetesinde söylenmektedir! Yaşın’ın PAND için verilen davette böyle bir mesajı reddetmek için hiçbir gerekçesi olamazdı. Bu bir iyi niyet mesajıydı. Barıştan yana bir sanatçının buna karşı tavır takınması ters olurdu. Kaldı ki ne yaptığını bilen, kendine güvenen birinin böyle bir mesajı almaktan çekinmek için hiçbir nedeni olamaz. Nitekim Mehmet Yaşın da öyle yaptı. Mesajı alarak Kıbrıslı Türk yazar, aydın ve sanatçılara iletti ve bu mesaja hassasiyetle düşünülmüş bir şekilde karşılık verdi.

Mesaja Karşı Geliştirilen Tepkiler

Ülkemizin sözde ilerici aydın ve sanatçıları, böyle bir mesaj karşısında kendilerinden hiç beklenmeyen bir öfkeyle, Yaşın’ın Vasiliu’nun mesajını iletmesine karşı çıktılar. Mesajın içeriğine değil, Yaşın’ın Vasiliu’dan mesaj almasına karşı çıktılar! Üstelik bunu da en katmerlisinden şöven bir tutumla yaptılar. Her biri iyi yetiştirilmiş bir UBP militanı gibi Yaşın’ı kınadı ve casuslukla suçlayacak kadar ileri gitti.

“Mesaj niye basın yoluyla değil de Yaşın aracılığıyla iletilmiş? Yaşın mesajı niye üç ay saklamış? Demek ki bu işte bir bit yeniği varmış! Bu iş resmen casuslukmuş!” gibi aslı astarı olmayan, gerçekte hiçbir önemi olmayan soruların ardında, öküz altında buzağı arar gibi “casus” aramaya koyuldular.

Mesajı niye Yaşın aracılığıyla gönderdiğini Vasiliu’ya sormaları gerektiğini yukarıda da yazdık. Yaşın’ın mesajı geç iletmesinin nedeniyse, bu eleştirileri yapanlar tarafından bal gibi bilinmektedir. Yaşın PAND toplantısından sonra Kıbrıs’tan Yunanistan’a geçti. Orada bir ay kadar kaldıktan sonra İngiltere’ye döndü. Bu arada mesaj yanında bekledi. Ancak Kıbrıs’a döndükten sonra da mesajı bir ay açıklamadı. Bunda da haklı bir nedeni vardı. Kuzey Kıbrıs’ta güzel sanatlar alanında uğraş veren sanatçıları bir araya getiren bir örgüt yoktu. Aynı şekilde bir yazarlar birliği de yoktu. Mesajı kime verebilirdi? Niyazi Kızılyürek, Güney Kıbrıs’a gerçekleştirdiği bir ziyaret esnasında Vasiliu ile röportaj yapmıştı. Niyazi’nin bu röportaj esnasında Vasiliu ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafını UBP’nin Güneş gazetesinde yayınlayan Doğan Harman, onu vatan haini ilan etmişti. Hiçbir yazar, aydın veya sanatçı da ağzını açıp Niyazi’ye sahip çıkmamıştı. Yaşın aynı şeyin kendi başına da gelebileceğini haklı olarak hesap etmiş, bu nedenle de mesajı aydın, yazar ve sanatçılardan oluşan bireylere iletmek için uygun ortamın oluşmasını beklemiştir. Üstelik bu arada mesajı hiç de saklamamış, çevresindeki herkese böyle bir mesaj aldığını söylemiştir. Yaşın’ı eleştirenlerin tümü, “resmen” açıklanmadan önce de bu mesajın varlığından haberdardı. Buna rağmen mesajın açıklanmasından sonra Yaşın’a veryansın ettiler. Bu kez Doğan Harman’a da gerek kalmamıştı. O ancak ikinci perdede devreye girebildi!

“İlerici” aydın ve sanatçılarımızın bu tavrı her ne kadar mesajın kendilerine iletilme biçimine karşı bir tavır gibi gözüküyorsa da, özünde tepeden tırnağa şövenist bir tavırdır. Rum Kesimi ile kendilerinin denetimi dışında her türlü temasa karşı olan resmi tavrın kuyrukçuluğundan başka bir şey değildir. Egemen çevrelerin bu noktada bugüne değin uyguladığı baskı ve sindirme yöntemlerinin ilericilik adına uygulanmasından başka bir şey değildir.

Halkın Sesi Gazetesinin Tavrı

Mehmet Yaşın mesajı ve ona verdiği cevabı açıkladıktan sonra, bizzat kendi eliyle Birlik gazetesi dışında tüm gazetelere dağıttı. Buna rağmen Halkın Sesi gazetesi, sanki ciddi bir gazetecilik yaparak gizli bir mesajı ele geçirmiş havalarında mesajın kupürünü yayınlayarak bu mesajı taşıyan “gizli elleri” vatan haini ilan ediyordu. Kendisiyle telefonda görüşerek bu olayı vatan hainliğiyle nasıl bağdaştırdığını sorduğum Sn. Peker Turgut, kimseyi vatan haini olarak suçlamadıklarını söylemesine rağmen, 22 Ağustos tarihli Halkın Sesi gazetesi, Mehmet Yaşın’ı ve onunla birlikte Vasiliu’nun mesajına verilen cevaba imza koyan beş kişiyi ihanetle suçluyordu. Peker Beye göre Vasiliu’nun mesajında Kıbrıs’ta her şeyin 1974 yılından sonra başladığı iddiası vardı ve bu gençler bunu gözden kaçırıyordu. Halbuki mesajda öyle bir iddia yoktu. Bu noktada Sn. Peker Turgut’un ve onun muhtemel danışmanlarının dikkatini çekmek istediğim bir nokta vardır.

Bugüne dek başta Kiprianu olmak üzere diğer Rum parti liderleri, gerçekten de Kıbrıs sorununun 1974 yılında başladığını her vesileyle dünya kamuoyuna yutturma gayreti içindeydiler. Ancak son yıllarda Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapılan bir dizi konferans ve seminerde, Kıbrıs Türk liderliğinin Kıbrıs sorununda izlediği siyasetler uzmanlarca incelenmektedir. Bu çalışmaların en önemli sonuçlarından biri de, Kıbrıs Türklerinin propagandalarının ağırlık merkezinde, Kıbrıs sorununun 1974’te değil 1963’te başladığı, göçmen sorununun 1963’ten beri var olduğu şeklinde bir yaklaşımın bulunduğu ve bu yaklaşımın da haklı bir zemine oturduğu için uluslararası alanda destek bulduğunun tespit edilmesidir.

Bana kalırsa bu tür çalışmalardan haberdar olan Vasiliu, mesajının bir yerinde “savaşın ikiye böldüğü ülkemizde” sözlerini bilinçli olarak kullanmaktadır. Bunu yapmakla Vasiliu bir yandan Kıbrıs Rum kamuoyuna bugüne kadar şartlanmış oldukları yaklaşımdan kopmadığını işaret ederken, Kıbrıslı Türklerin de hassas olduğu bir noktada onların düşünüş tarzına önem vererek temkinli davranmıştır. Kısacası Vasiliu ne nala ne mıha vurmuştur. Burada anahtar sözcük savaştır. İsteyen bu sözü 1974 savaşı olarak kabul eder, isteyense 1963 savaşı olarak. Ancak bu yaklaşımın politik göstergesi şudur: Vasiliu’nun başkanlığındaki Kıbrıs Rum Yönetimi, Kiprianu yönetiminin Kıbrıs olaylarının 1974 yılında başladığı iddiasından geri adım atmaktadır.

Vasiliu’nun mesajına verilen cevabı imzalayanlar, Kıbrıs sorununun 1974’ten sonra başlamadığını kesinlikle gözden kaçırmamıştır. Üstelik Vasiliu’ya verdikleri cevapta, onun Kıbrıs’ın tümünü temsil edemeyeceğini vurgulamışlardır. Somut gerçekleri ortaya koyması açısından büyük ölçüde resmi görüşe yakın olan ve KKTC Cumhurbaşkanı’nın dahi çekinmeden altına imza koyabileceği bir cevap bile basınımızda istismar edilmiştir. Özellikle Sn. Denktaş’ın, bu cevabı ya okumadan ya da okumuş olmasına rağmen, onu hazırlayanların Vasiliu’ya “Sen Kıbrıs Türklerini temsil edemezsin” diyecek inanca ve bilince sahip olmadığını iddia etmesi tasvip edilebilecek bir yaklaşım değildir.

23 Ağustos Gecesi

Vasiliu’nun mesajıyla ilgili gelişmeleri özetlemiştim... Bugün de aynı mesaja karşı geliştirilen tepkilerin bir devamı olan 23 Ağustos gecesi olaylarını ele alacağım. Yurtdışında olduğum için bu gecede bulunamamıştım. Gelişmeleri ayrıntılı bir şekilde basından ve olaya katılan arkadaşların anlattıklarından takip ettim.

Bilindiği gibi 24 Ağustos’ta Denktaş ve Vasiliu’nun Cenevre’de bir araya gelmesinin hemen arifesinde, 23 Ağustos gecesi, “Barışa Katılım Komitesi” adıyla oluşturulmuş bir komite tarafından “Barış Etkinlikleri Gecesi” düzenlenmişti. Gecenin amacı, çeşitli gruplar tarafından Kıbrıs’ta federal bir çözüm talebini destekleyen imza kampanyasında toplanan imzaları Birleşmiş Milletler temsilcisi aracılığıyla Denktaş ve Vasiliu’ya iletmekti.

Barışa Katılım Komitesi bu gecenin organizasyonu için Mehmet Yaşın’a başvurmuştu. 8 Ağustos tarihinde İngiltere’ye dönüş için elinde onaylanmış bileti bulunan Yaşın, bu isteği olumlu karşılayarak dönüşünü 25 Ağustos’a erteledi. Hatta uçakların çok dolu olduğu bir dönemde Yaşın’ın 25 Ağustos için biletini bizzat ben onaylattırdım.

Buna rağmen Barışa Katılım Komitesi, Vasiliu’dan mesaj aldığı ve komitede yer alan bazı kuruluşların böyle bir olaydan tedirginlik duyduğu gerekçesiyle [1], Yaşın’ı 23 Ağustos gecesi yer alacak etkinliklerden çıkardı. Üstelik bunu yaparken Yaşın’a son güne kadar “Kardeşim senin bu etkinliğin dışında kalmana karar verdik” bile demediler. Dahası, 23 Ağustos günü gazetelerde yayınlanan ilanlarda isteyen her sanatçının bu geceye katılmak için komiteye başvurabileceğini duyurmalarına rağmen Mehmet Yaşın’a yasak koydular.

Mehmet Yaşın 23 Ağustos gecesi çeşitli teşvikler sonucunda mikrofona gelip iki şiir okudu, kendisine destek olanlara teşekkür etti ve ayrıldı. O gece “olaysız” olarak tamamlandı. Ortada “vukuat” olarak yalnızca bir sanatçının program dışı şiir okuması vardı. Bu da geceye katılan kitleye herhangi bir olumsuzluk şeklinde yansımadı.

Gerçi ben Mehmet Yaşın’ın kendisine yasak konulan böyle bir geceye katılmasının bir gereklilik olmadığına ve Mehmet’in bu gecede şiir okumakla hatalı davrandığına inanıyorum. Çünkü bir sanatçı olarak varlığını sürdürmek için Mehmet’in böyle bir geceye ihtiyacı olmadığından kesinlikle eminim. Gereksiz spekülasyon ve istismarlara hedef olmamak için her zaman aşırı bir hassasiyet gösteren Mehmet, bu gece için de aynı hassasiyeti göstermeliydi. Kendisine karşı uygulanan yasak karşısında sessiz kalmasını savunmuyorum. Fakat geceye katılmayarak, geceden sonra, etkinliği düzenleyenlerin bu baskıcı tavrını kamuoyu önünde eleştirseydi doğru hareket etmiş olurdu. Hangi tesir altında olursa olsun geceye katılması iyi düşünülmemiş, duygusal bir tepki olarak geliştirilmiş, hatalı bir hareketti.

Fakat Yaşın’ın bu hareketi hatalı olmasına rağmen Barış Etkinlikleri Gecesi’ne hiçbir zarar getirmedi. Mehmet’in tavrı gecenin ruhuna aykırı bir tavır değildi; gecenin içeriğine ters değildi. Buna rağmen ertesi gün eline kalemi alan Mehmet’e (ve CTP’ye) karşı saldırıya geçti. Truva atlığından amigoluğuna kadar söylenmedik söz bırakmadılar. Yazılanlar adeta Yaşın’ı polise ve istihbarata hedef göstermek için bilinçli bir şekilde yazılmış gibiydi. Gecede 20 Temmuz aleyhine tek bir söz bile söylemeyen, hatta yukarıda belirttiğim gibi okuduğu iki şiirin dışında hiç konuşma yapmayan Yaşın, 20 Temmuz’a hakaret etmekle suçlandı.

Tüm bu suçlamaların ardındaki nedenler yine Vasiliu’dan alınan mesaja dayandırılıyordu. Mesaj alma-mesaj verme eylemi mahkum edilmeye, ilahlara bir kurban yaratılmaya çalışılıyordu. Kimse mesajların ve gecede okunan şiirlerin içeriği hakkında kafa bile yormuyordu. Şöven tavırlar, yalana dayalı suçlamalar temelinde çirkin bir kampanya yürütülüyordu.

Yaşın 23 Ağustos gecesi Sevgilim Ölü Asker adlı kitabından (ki bu kitap bakanlığı döneminde Sn. İsmail Bozkurt’tan tebrik mesajı almıştı) iki şiir okumuştu. Bu şiirlerde kesinlikle 20 Temmuz’la ilgili hiçbir nokta yoktur. Şiirlerin birinde söz edilen Temmuz, eski Mısır ve Yunan mitolojilerinde Afrodit’in sevgilisi olarak geçen ve Tevrat’ta da Adonay olarak söz edilen bir efsane kahramanıdır.

Muhalefet Partilerinin Tutumu

Muhalefet partileri özellikle 23 Ağustos gecesinden sonra Mehmet Yaşın’a saldırı kervanına katıldılar. Bilhassa Sn. Kotak’ın Barış Etkinlikleri Gecesi’nin ardından “ihanete uğradık” şeklindeki çıkışı düşündürücüdür. Her şeyden önce Sn. Kotak’ın kendisi ve partisi olayın içinde hiçbir şekilde yer almamıştır; Barışa Katılım Komitesi’ni parti olarak desteklediklerini beyan etmiş olsalar dahi! Buna rağmen bu konuda dünyada en son tavır takınması gereken kişi olan Sn. Kotak, beklenmedik bir şekilde saman alevi gibi parlayarak tüm ovayı tutuşturmaya çalışmıştır. Mehmet Yaşın’a karşı yaratılan topyekün saldırı ortamında başarılı olmadığını da söyleyemem.

Toplumcu Kurtuluş Partisi, başlangıçta mesaja karşı Sn. Denktaş’ın yönelttiği suçlamalara tavır alarak, Mehmet Yaşın ve arkadaşlarına sahip çıkan tutumuyla olumlu davranmıştı. Ancak 23 Ağustos gecesi hakkında verilen demeçlerle, onlar da haksız saldırı kervanına katılmışlardır. 20 Temmuz düşmanlığı yapanlara karşı olduklarını isim vermeden de olsa vurgulayan Akıncı, ister istemez 23 Ağustos gecesi 20 Temmuz düşmanlığı yapıldığını ve bunu da Mehmet Yaşın’ın yaptığını ima ediyordu. Akıncı’nın Yaşın’ın gecede hiçbir konuşma yapmadığını bilmeden 20 Temmuz aleyhtarı konuşma yaptığını ima etmesi, kendisi ve partisi açısından talihsizliktir!

CTP’ye gelince; onlar her zamanki kaypak, ikircikli, esen rüzgara göre yön değiştiren siyasetsizliklerini bu olayda da sürdürdüler. Başlangıçta Mehmet Yaşın ve arkadaşları ile Yaşar Ersoy-Fikret Demirağ ve arkadaşları tarafından ayrı ayrı yapılan barış çağrılarını gazetelerinde birbirine karıştırarak ve hiçbirinin bütününü yayınlamadan verdiler. Vasiliu’dan gelen mesaj konusunda Yaşın’ın yaklaşımını ve tavrını sessizce geçiştirirken, Parti Merkez Yönetim Kurulu “Yaşın’ın savunulması” kararını almış. Hiçbir üyenin ve kamuoyunun haberi olmayan bir karar! Herhalde susarak (!) Yaşın’a sahip çıkmış olacaklarını sanıyorlardı. Öteki taraftan da aynı Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden Sn. Ergün Vehbi’nin de içinde bulunduğu ve eski CTPli olan Barışa Katılım Komitesi, Mehmet Yaşın’a karşı yasak kararı alabilmiştir. Sonuçta bu ikircikli tavırlar CTP içinde huzursuzluk yaratmış, bir kesim Yaşın’ı savunmaya çalışırken (Hasan Erçakıca gibi) bir kesim sessiz kalmayı tercih etmiş, bir diğer kesim de parti içi hiziplerin komploculuğundan dem vurmaya başlamıştır. Bu gelişmeler karşısında CTP Parti Meclisi’nin 13 Eylül 1988 tarihinde basında yayınlanan açıklaması, ikiyüzlü politikalarının belgelenmesini sağlamıştır. Bu açıklamada CTP bir yandan Vasiliu’dan mesaj aldığı için Yaşın’ı suçlayarak Barışa Katılım Komitesi’nin sırtını sıvazlıyor, öte yandan da 23 Ağustos gecesi Yaşın’a yasak konulması kararını eleştirerek Yaşın’ın sırtını okşuyor! Sonra dönüp bu hatalı kararın bazı partililerce bozulmasını da yanlış buluyor. Umarım ki CTP açıklamasında da söz ettiği gibi bu olaydan ders alır! Bir partinin kadroları bu kadar birbirine ters tavırlar içine girerse, bunda en büyük suç yönetimindir. CTP yönetimi içten pazarlıklı, tavırsız, ya da “her tarafı idare etme” yöntemlerine devam ettiği sürece, bu parti içinde sürekli çalkantılar olması doğaldır.

Bu arada özellikle iki gazetecinin yaklaşımına da değinmeden edemeyeceğim...

Ortam’dan Yaşar Karadoğan’ın Yaşın hakkında yazdığı üç makalenin her biri diğerinden rezil! Demokrat, ilerici vs. diye geçinen ve bu temelde ülkemizde kendine yer edinmeye çalışan bu arkadaş, yazılarında fikir mücadelesi ve ilkeli eleştiri yerine ihbarcılık yapmıştır. Yaşın’ı tanımak için onunla sohbet etmek istediğini ama bunun bir röportaj olmayacağını belirtmiş, bunun üzerine tüm samimiyetiyle kendisini evine davet eden Yaşın’ın evinde kulak misafiri olduğu ve ne olduğunu anlamadığı bazı konuşmaları saptıracak kadar yalana tevessül etmiştir. (O gün Yaşın’ın evinde ben de vardım.) Karadoğan böyle davranmakla gazetecilik yaptığını ve alkış topladığını sanıyorsa yanılıyor. Şu ana kadar Karadoğan’ın bu yazdıklarını tasvip ettiğini söyleyen tek bir yazar, sanatçı veya aydına rastlamadım. Karadoğan’ın yaptığı gazetecilik değil polisliktir.

Bahse değer ikinci gazeteci-yazar-düşünürse Doğan Harman’dır. Kendisini şahsen tanımadığım Harman’ın, aslında bilgi dağarcığı oldukça zengin birisi olduğu kanaatindeyim. Ne var ki Harman, Kıbrıs’taki siyasal-toplumsal mücadelede kendisine müttefik olarak UBP’yi seçtiğinden bu yana işi çığırından çıkarmıştır. Ülkemizde sövgü ve argo edebiyatı ile lakap takma sanatının, Harman’ın gazetecilik döneminde parlak gelişmeler kaydedeceği daha şimdiden görülmektedir. Çamur atarak adam karalamak Harman için işten bile değil. Elinde siyah bir fırça, boyuna karalıyor. “Yaşın Vasiliu’dan para aldı!” (Bunu başkaları için de söylüyor, yalnız Yaşın için değil.) Üstelik de adam ciddi ciddi iddia ediyor: Yaşın parayı almış da, diğer sanatçıların payını vermemiş de, bütün papara bu yüzden kopmuş! İnsan bazen elindekinin günlük bir gazete mi yoksa mizah dergisi mi olduğunu şaşırıyor! Düzmece senaryolar, “ihanet üçgeni” efsaneleri vs. gibi yalanlarla Harman bir yerlere yaranmaya çalışıyor!

Bu yazımdan sonra birçok arkadaşımın, “Harman’a cevap vermeye değer mi, boşuna herifin reklamını yapıyorsun” diyeceğini biliyorum. Fakat Harman olayını ele alışımın asıl nedeni ülkemizdeki kültür-sanat çevrelerini uyarmak, küçük hesapları ve birbirimizle dalaşmayı bir kenara bırakarak ülkemiz ve toplumumuz için kalıcı çalışmaları ön plana çıkarmamız gerektiğini vurgulamaktır. Bunu yapamadığımız takdirde, “barış etkinlikleri” bile işte böyle ayağa düşer ve bunun sorumlusu da her şeyden önce sanatçılar ve aydınlar olur; başka hiç kimse değil.

Sonuç

Sonuç olarak, “Mehmet Yaşın Olayı” denen ve incir çekirdeğini doldurmayan bu basit ve sıradan “olayın” bana göre temel nedeni, sanatçılarımızın güzel sanatlar alanında süregelen örgütsüzlüğüdür. Güzel sanatlar genellikle bireysel sanatlardır. Fakat sanatçılarımızın örgütsüzlüğü, sanatlarının bireyselliğinden kaynaklanmıyor. Örgütsüzlük her şeyden önce sanatçının sanatıyla yaşayabilmesine olanak tanımayan toplumsal yapımızdan kaynaklanıyor. Bunun yanında, sanatın değil ama sanatçılarımızın bireyselliği, kişisel kapris ve çıkar ilişkileri de böyle bir örgütlülüğün gerçekleşmesini engelleyen faktörler arasındadır. Geçmişte bu amaçla çeşitli örgütlenme çabalarında bulunulmuş, fakat bunların hiçbiri başarılı olamamıştır. Halbuki Rum kesiminde sanatçılar “Güzel Sanatlar Odası” (Chamber of Fine Arts) adlı bir örgütte toplanmıştır. Bizde de sanatın meslek haline getirilmesi ve sanatçının sanatıyla yaşayacağı bir toplumsal düzeye erişebilmesi için mücadele etmek, sanatçıların önündeki görevdir. Bunu yapmak yerine kısır çelişkiler içine girmek, keskin sirke gibi kabına zarar vermekten başka işe yaramaz.

Nitekim Yaşın olayı da ülkemizde kültür-sanat ve barış düşmanı çevrelerin ekmeğine yağ sürmüş, Barış Etkinlikleri Gecesi’nin kamuoyuna bir fiyasko olarak yansımasına yol açmış, zaten zayıf bir konumda olan Kıbrıs Türk Gazeteciler Cemiyeti’nin kamuoyu nazarındaki itibarının sarsılıp yıpranmasına neden olmuştur. Sanatçılarımızın anti-demokratik, baskıcı ve yasakçı uygulamalar karşısında birbirlerine sahip çıkıp omuz vermeleri gerekirken, bu uygulamayı bir sanatçıya karşı bizzat kendilerinin reva görmesi anlaşılacak bir tutum, affedilecek bir hata değildir. Mehmet Yaşın olayından alınacak en büyük ders de budur.



* Demokrat gazetesi, Sayı: 132/133/134, 28 Eylül/4 Ekim/12 Ekim 1988.



[1] Çünkü Vasiliu’dan mesaj almak, resmi makamlardan izin almadan Güney’le herhangi bir temasta bulunmak onlar için “vatan hainliği”, casusluk, ajanlıktır. Ajanlarla işbirliği yapmak da ürkütücü bir iştir!




Yorumlar

Popüler Yayınlar