Kanakaria Rezaleti Büyüyor...
Kuzey Kıbrıs’ın Litrangomi köyündeki Kanakaria Kilisesi’nden çalınarak ABD’ye satılan mozaikler, son yılların en büyük antika kaçakçılığı davasına konu oluyor.
Acaba KKTC’nin bunları istemeye hakkı kaldı mı? Önce, bu eserlere ve bunlar gibi nicelerine KKTC sahip çıktı mı? İkincisi, bu eserlerin çalındığını fark ettikleri anda Rum Yönetimi’nin yaptığı gibi “Bu eserler benim kilisemden çalındı, kesinlikle satılamaz, görüldüğü yerde beni haberdar edin” diye tüm dünya müzelerine yazı yazıldı mı? İlgililerin açıklama yapması istendi mi? O vakit şimdi bunları hangi yüzle ABD’den geri istiyoruz? İstesek bile ABD mahkemeleri bunları Rum Yönetimi’ne verirse haklı değil mi?
Eski eserlerin (sadece Litrangomi’den değil, Antifonidis ve daha birçok kiliseden) çalındığını tespit eder etmez gerekli tahkikatı yapmayan, uluslararası kuruluşları uyarmayan, olayı örtbas eden UBP hükümetleri, bu yağmanın ve talanın sorumlusu değil mi?
Eski Eserler Dairesi’nde müdürlük yapmış bir arkadaş anlatıyordu:
“Antifonidis Kilisesi’ndeki duvar resimlerinin üzerine yapıştırılmış ilaçlı bezler buluyorduk. Hemen polise haber verip pusu kurmalarını ve eski eser kaçakçılarını yakalamalarını söylüyorduk. Fakat her nedense yaptığımız ihbarlara ilgi göstermediler.”
Ne yazık ki, 1974’ten sonra Kuzey’de istikrarlı bir ekonomik yapı oluşturamadık. 15 yıldır ganimet ekonomisi sürüyor. Çalacak bir şey bulamayınca kilise duvarlarını bile sökmeye tenezzül ettik. Eski eserleri, ulusal zenginliğimizi yağmaladık. Üstelik bunları yapanlar hiçbir zaman yakalanamadı. Çünkü arkalarında onları koruyan büyük güçler vardı. Polisin kasasında emare olarak saklanan eroinin bile kimse fark etmeden kaybolabildiği bir ülkede bu olaylar olağan sayılmalı!
Olayın gelişimi özetle şöyle: Litrangomi’de kalan Rumların tümü 1976 yılında Güney’e geçiyor (ya da geçmek zorunda kalıyor). Bu tarihten itibaren köydeki tarihi Kanakaria Kilisesi, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin sorumluluğu altına giriyor. 1982 yılında KKTC yetkilileri kilisenin soyulduğunu fark ediyor. Bunu fark edince aldıkları hiçbir tedbir yok. Neden? E “gavurun” kilisesinden bize ne canım?! Bizim değil ki…
Bu arada Rum Yönetimi her nasılsa olayı öğreniyor, ve bu ülkenin gerçek sahiplerinin onlar olduğunu kanıtlarcasına olaya sahip çıkıyor. Rum Yönetimi Eski Eserler ve Müzeler Dariesi Müdürü Dr. Vassos Karayorgis, Litrangomi köyünde bulunan Kanakaria Kilisesi’nden dört adet mozaiğin çalındığını belirtiyor ve yurt dışındaki müzelerden bu eserleri satın almamalarını, gördükleri yerde derhal Rum Yönetimi’ne bilgi vermelerini istiyor. KKTC yöneticilerininse, “bizim” dedikleri devletin sınırları içerisinde yapılan bu hırsızlık karşısında, neden Rum Yönetimi’nin ortaya koyduğu tavra benzer bir hassasiyet göstermediği bilinmiyor! Rum Yönetimi bu tavrıyla “Kıbrıs’ın tümü, içindeki tüm kültürel ve tarihi zenginlikleriyle benimdir, benden sorulur” derken, KKTC yetkilileri de adeta bunu doğrulayarak, “Biz burada eğretiyiz, bu ada onlarındır, biz niye sahip çıkalım?” der gibi bir tavır sergiliyordu.
Bu arada çalınan mozaikler İsviçre’ye ulaşmış ve orada Amerikalı eski eser koleksiyoncusu Peg Goldberg’e satılmış. Goldberg, mozaikleri soyadı Dikmen olan bir Türk’ten 1.2 milyon dolara satın almış. Eski eserlerin ancak izne tabi olarak satılabileceğini iyi bilen Goldberg, mozaikleri satın aldığı kişilerden satışın yasal olduğuna dair resmi bir belge istemiş olacak ki, satıcılar istenen “resmi” belgeleri hemen tedarik ettiler! Milliyet gazetesine göre, bu belgelerin birincisi 1978 yılında Başbakan Osman Örek tarafından “imzalanmış”, Başbakanlığa bağlı Müzeler Genel Müdürlüğü adına satışın yasal olduğunu gösteren bir belge… Ancak KTFD ve KKTC’de hiçbir zaman “Müzeler Genel Müdürlüğü” diye bir kurum olmamış. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi olmuş. Bu daire de hiçbir zaman Başbakanlığa bağlı olmamış. Kısacası bu evrak çok büyük ihtimalle sahte… Sahte olduğunu gösteren güçlü emareler var. Zaten Sn. Osman Örek de konuya duyarlılık göstererek yaptığı açıklamada, bu belgenin sahte olduğunu kanıtlamak için kendisine şahitlik etme olanağı tanınmasını istedi.
Görünüşe göre, eski eser kaçakçıları satışı yasal göstermek için KTFD’ye ait resmi ve başlıklı kağıtlara, üstelik KTFD mührüne de ulaşabiliyordu! Bir belge düzenleyip altına da Osman Örek yerine imza attılar. O kadarı da olacaktı artık. Başbakan olmak kolay değil. Birtakım zahmetlere katlanmalı insan. İsminin ve imzasının habersiz kullanılması zahmet bile sayılmaz!
Böylece eski eser kaçakçıları pratik bir çözüm bularak satışa yasal görünüm verdiler. Ancak düşünemedikleri bir nokta oldu. Bu satışı yasal yollardan yaptıkları zaman, sattıkları eski eserlerin uluslararası eski eser piyasalarında satışa çıkarılacağını ve böylelikle bu işin kokusunun çıkacağını tahmin etmediler. Ya da etmişlerse bile, “Biz vurgunu yaptıktan sonra gerisi tufan” demişlerdir…
Milliyet’e göre, satışı yasal gösteren ikinci belgeyse, hayali olduğu sanılan “Goklaney’s Cash Co.” adlı şirketin Almanya’nın Münih kentinde Helga Bechly adlı bir bayana kestiği satış faturasıdır. Bu belge 20 Haziran 1978 tarihinde imzalanmış olmasına rağmen, faturada üç kolon VAT vergisine yani Katma Değer Vergisi’ne ayrılmış. Halbuki Kıbrıs’ta KDV yok. O tarihlerde Türkiye’de de KDV yok. Ama İngiltere’de o tarihlerde KDV var.
“Goklaney” adı bizde bazı çağrışımlar yapıyor. 1977-79 yılları arasında Kuzey Kıbrıs’a sık sık gelen ve Kıbrıslı Türk işadamlarıyla (hediyelik eşya satışı gibi) çeşitli yasal iş bağlantıları kuran, Hintli miydi, Pakistanlı mıydı bir Goklaney vardı. Bu adamın Londra’nın doğu bölgesinde toptan eşya satışı yapan büyük bir mağazası vardı. Bu satırların yazarı da Goklaney’in Londra mağazasından bir kol saati satın almıştı. Mağazanın adı Goklaney’s Cash and Carry idi. Milliyet’te sözü edilen Goklaney, bu Goklaney olmasın? Belki de Milliyet gazetesinde makbuzdaki isim “Goklaney’s Cash and Carry” yerine “Goklaney’s Cash Co.” şeklinde eksik yazılmış olabilir. Makbuzda KDV sütunları bulunduğuna göre, bir İngiltere firması olan Goklaney’s Cash and Carry’e ait makbuzlar, Goklaney’in bilgisi dahilinde ya da ondan habersiz olarak eski eserler kaçakçılığında kullanılmış olabilir.
Gelişmeler böyleyken, KKTC adına yapılan açıklama tam bir rezalet. KKTC hükümeti büyük bir pişkinlikle, kiliseyi 1976’da kilitlediklerini, 1982’de açtıkları zamansa mozaiklerin yerinde olmadığını gördüklerini söylüyorlar. Amerika’daki davaya konu olan mozaikleri görmemişlermiş. Ama eğer bu mozaikler Litrangomi’dekilerse, KKTC’ye iade edilmeliymiş.
Acaba KKTC’nin bunları istemeye hakkı kaldı mı? Önce, bu eserlere ve bunlar gibi nicelerine KKTC sahip çıktı mı? İkincisi, bu eserlerin çalındığını fark ettikleri anda Rum Yönetimi’nin yaptığı gibi “Bu eserler benim kilisemden çalındı, kesinlikle satılamaz, görüldüğü yerde beni haberdar edin” diye tüm dünya müzelerine yazı yazıldı mı? İlgililerin açıklama yapması istendi mi? O vakit şimdi bunları hangi yüzle ABD’den geri istiyoruz? İstesek bile ABD mahkemeleri bunları Rum Yönetimi’ne verirse haklı değil mi?
Eski eserlerin (sadece Litrangomi’den değil, Antifonidis ve daha birçok kiliseden) çalındığını tespit eder etmez gerekli tahkikatı yapmayan, uluslararası kuruluşları uyarmayan, olayı örtbas eden UBP hükümetleri, bu yağmanın ve talanın sorumlusu değil mi?
“Antifonidis Kilisesi’ndeki duvar resimlerinin üzerine yapıştırılmış ilaçlı bezler buluyorduk. Hemen polise haber verip pusu kurmalarını ve eski eser kaçakçılarını yakalamalarını söylüyorduk. Fakat her nedense yaptığımız ihbarlara ilgi göstermediler.”
Ne yazık ki, 1974’ten sonra Kuzey’de istikrarlı bir ekonomik yapı oluşturamadık. 15 yıldır ganimet ekonomisi sürüyor. Çalacak bir şey bulamayınca kilise duvarlarını bile sökmeye tenezzül ettik. Eski eserleri, ulusal zenginliğimizi yağmaladık. Üstelik bunları yapanlar hiçbir zaman yakalanamadı. Çünkü arkalarında onları koruyan büyük güçler vardı. Polisin kasasında emare olarak saklanan eroinin bile kimse fark etmeden kaybolabildiği bir ülkede bu olaylar olağan sayılmalı!
Olan Bayan Peg Goldberg’e ve milyonlarca dolarına oldu. Ümidimiz, ABD mahkemelerinin bu olayın üzerine giderek kaçakçıların ve dolandırıcıların ortaya çıkarılmasını sağlamasıdır. Biz artık bu konuda kendi mercilerimizden ümidi kestik. Hiç değilse ABD, İnterpol vs. bu kaçakçılar çetesinin peşine düşse de köklerini kazısa!...
Demokrat gazetesi, 10 Mayıs 1989, Sayı: 163.
Yorumlar
Yorum Gönder