Yazı dizisi: Hayal satanlar ve hayalleri yıkılanlar... (1-2-3)

1. Kıbrıs Sorunu ve Devrimci Mücadele

Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik önerileri iki temel kategoriye ayırabiliriz:

Bunlardan ilki burjuva çözüm önerileridir. Bunlar taksim, federal çözüm, iki ayrı bağımsız devlet gibi,  çatışan burjuva emperyalist grupların çıkarlarına uygun olarak,
farklı dönemlerde ortaya koyulan önerilerdir. Bunları "çözumsüzlük önerileri" olarak da tanımlayabiliriz. Çünkü Kıbrıs sorununun burjuva çerçevede çözülmesi mümkün değildir...

İkinci kategori ise devrimci çözüm önerisidir. Bu öneri Kıbrıs'ın emperyalist boyundruktan kurtarılmasını, emperyalist zincirden kopmasını öngörmektedir. Devrimcilerin anti-emperyalist bir mücadele içinde güç birliği yapmasını, ülke içinde ve uluslararası alanda işçi sınıfı önderliğinde enternasyonalist bir anti-emperyalist cephe örgütleyerek, ülkemizin bağımsızlığını elde etmesini ve demokratik halk iktidarıyla yönetilmesini öngörür.

Hiç kuşkusuz, bu uzun erimli ve sabırlı bir mücadele gerektirir. Halk kitlelerinin bu mücadeleye kazandırılmasını, mücadelenin kitleselleşmesini gerektirir. Devrimci mücadelenin sınıf mücadelesi olduğunun, işçi sınıfının genel kurtuluşunun bir parçası olduğunun anlaşılmasını gerektirir.

Günümüzde emperyalizmin çok güçlü ve yenilmez olduğuna ilişkin yanlış bir kanı vardır. Bu nedenle de devrimci mücadelenin başarısızlığa mahkum olduğu, tüm sorunların burjuva emperyalist sistem içerisinde çözülebileceği, liberal burjuva siyasiler ve aydınlar tarafından toplumlara benimsetilmeye, bilinçaltına yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

Bu nedenle, devrimle uğraşmak hayalperestlik olarak tanımlanmakta, devrimciler hayal satmakla suçlanmaktadır.

Halbuki devrimci mücadele Marksizm-Leninizm düşüncesi
yani bilimsel sosyalizmin ışığında yürütülüyorsa, hayallerle değil, toplumsal gerçeklerle ilgilenmektedir...
 
Toplum bilimi, tarihsel materyalizm bizlere kapitalist emperyalist sistemin insan toplumunun doğal tarihsel gelişme sürecinin son aşaması olmadığını, toplumsal gelişmenin devamlı hareket ve ilerleme içerisinde olduğunu, özel mülkiyet ve emek sömürüsüne dayalı toplumsal sürecin mutlaka son bulacağını öğretmektedir. 
 
Bu nedenle, komünist devrimciler emperyalist toplum düzeniyle  uzlaşmayı reddetmektedir. Komünist devrimciler burjuva emperyalist düzenin yıkılması ve komünist düzenin zaferi için inançla mücadele etmektedir. 
Burjuva entellektüeller, liberaller buna hayal satmak diyebilir. Onlar bize savaşlar ve devlet terörü;, şiddet ve katliamlar, hem de toplu, kitlesel katliamlar satadursun, biz hayal satmaya devam edeceğiz...İnsan olmanın en güzel hayalini, komünizm hayalini satacağız.

Devrimci mücadelenin uzun erimli olacağının bilincinde olan komünistler, halk kitlelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesini, sıkıntılarının aşılmasını devrime kadar ertelemeyi önermez... Tam tersine,
halk kitlelerinin yaşam koşullarının mevcut burjuva emperyalist düzen içinde iyileştirilmesi için mücadele ederler. Bu mücadeleler, kitlelere kapitalizm koşullarında sorunların çözüleceği hayalini satmaz... Tam tersine, kapitalizm koşulları altında sorunlarımızın köklü çözümlerini elde edemeyeceğimiz bilincini geliştirir ve komünist toplum hedefinin bir hayal değil, somut bir gerçeklik olduğunu öğretir.


2. Kıbrıs Sorunu ve Halkımıza Yaşattığı Çileler


Emperyalizm tarafından tezgahlanan ve teşvik edilen her sorun gibi, Kıbrıs sorunu da Kıbrıs halkına pahalıya mal oldu. Yüz binlerce göçmen, binlerce ölü ve yaralı, ve hala daha kayıp binlerce insan!

1958 olaylarıyla başlayan bölünme süreci, 1974 yılında düzenlenen NATO operasyonlarıyla, adanın kuzeyinin Rumlardan, güneyinin de Türklerden temizlenmesiyle tamamlandı... Yapılan bu etnik temizlik operasyonlarıyla taksim hedefi gerçekleştirildi.

Her iki toplum da büyük mağduriyetlere uğradı...İInsanlar yerlerinden yurtlarından oldu.

Yaşananlardan tüm Kıbrıs halkı zarar gördü; ama en büyük mağduriyeti Kıbrıs Türk toplumu yaşadı ve bu mağduriyet hala devam etmektedir...

1964 yılında Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi kurulduğu günden bu yana, Kıbrıs Türk toplumu uluslararası hukuk dışına itilmiştir. Özellikle 1974 operasyonlarından sonra, toplum tamamen vatansız, kimliksiz ve uluslararası hukuk dışı bir yaşama mahkum edilmiştir...
Kıbrıs'ın kuzeyinde, Türkiye'nin elinde rehin, Türkiye ile AB arasında bir pazarlık unsuru, stratejik bir azınlık haline getirilmiştir. 1960 yılında kurulan ortaklık cumhuriyetindeki toplumsal haklarını yitirmiştir. 
 
Bununla da kalınmamış, Kıbrıslı Türklerin, Türkiye egemenleriyle çatışma halindeki Rum egemenleri tarafından cumhuriyet içindeki bireysel hakları da budanmıştır. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin teknik olarak vatandaşları olmasına rağmen, pratikte düşman bir halk olarak değerlendirilmekte ve devletin vatandaşları olarak devletin yasalarından yararlanamamakta, yasal haklarını kullanamamaktadır...

Kıbrıs Rum liderliği ne yazık ki, sanki de Kıbrıs trajedisinin tek sorumlusu Kıbrıslı Türklermiş gibi bir tavır sergilemektedir. Kıbrıslı Türklerle ilgili devrede olan yasaları her gün keyfi kararlarla değiştirmekte, her seferinde farklı uygulamalar devreye sokmaktadır.
 
Yeni nesil Kıbrıs Türk gençleri vatansız ve kimliksiz büyümeye mahkum edilmekte, kendilerine Türk vatandaşlığına geçmekten başka seçenek bırakılmamaktadır...
 
Kıbrıslı Türklerin ne yabancı ülke uyruklu eşlerine, ne de yabancı uyruklu eşlerinden Kıbrıs'ta doğan çocuklarına yurttaşlık hakkı tanınmaktadır. Buna gerekçe olarak da, yabancı uyruklu eşlerin Kıbrıs'a yasa dışı limanlardan gelmiş olması öne sürülmektedir. Peki ama 1974’ten barikatların açıldığı 2003 yılına kadar Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kontrolündeki limanları kullanma şansı var mıydı?... Kıbrıslı Türkleri yasa dışı bir ortamda yaşamaya, yasa dışı limanları kullanmaya mecbur bırakanlar kimlerdir?... Bu Kıbrıslı Türklerin suçu mudur?
 
İnsanlarımızın yurttaşlık haklarının teslim edilmesi için yürütülen bir mücadele vardır... Bu mücadeleye karşı çıkanlar, yukarıdaki soruların yanıtını vermek zorundadır.


3. Kıbrıs Anayasası ve Hukuk Mücadelesi


Hukuk sınıflar üstü mü? Yani anayasa ve yasalar sınıflar üstü mü?... Peki yargı sınıflar üstü mü?... Öyleyse, devlet sınıflar üstü mü?...

Komünistler bu soruların tümüne de hayır der... Bu, Marksizm-Leninizmin abc'sidir.

Çünkü komünistler, ilkel komünal toplum sonrası, tüm toplumsal yapıların sınıflardan oluştuğunu bilirler.

Marks ve Engels bu gerçeği muhteşem eserleri Komünist Manifesto'da, kendilerine has üsluplarıyla ortaya koymuştu. Onlar, toplumların sınıflardan oluşmasına ek olarak, bu sınıflardan biri veya birkaçının diğer sınıfları baskı altına alarak hem ekonomik hem de sosyal olarak yönettiğini, sömürdüğünü de belirtmişti.


Üretim araçlarına sahip olan ve dolayısıyla üretim ilişkilerini belirleyen sınıf, devlet ve devletin yönetim organları olan hukuk, yargı ve yasalar üzerinde de hakimiyet kurar... Bu hakimiyet, hukukun ve yasaların sadece yazılı halleri üzerinde değil, yasalara rağmen veya bazen yasalarla birlikte yorumlanması üzerinde de hakimiyet anlamına gelir.

Bu hakimiyet, yasalar gerektiğinde kullanılarak, gerektiğinde ise baypas edilerek sürdürülür. Yasaların uygulanmasında da, baypas edilmesinde de devletin yargısı ve kolluk güçleri devreye sokulur... En masumane ve anayasal hak gereği atılan adımlar, bu devlet güçlerince engellenir; eylemleri gerçekleştirenler bazen yargı eliyle, bazen de yargılanmaya bile gerek görülmeden kovuşturulur, tutuklanır, mahkum edilir ve hatta kimi zaman da ortadan kaldırılır. Yargı ve devletin resmi kolluk güçlerinin kullanılmasında sakınca görülen durumlarda, devletle organik ilişki içinde olan “yasadışı organize suç örgütleri” devreye sokulur; fatura “faili meçhul”lere kesilir...

Böylesi sınıflı yapılarda, haklılar haksız, haksızlar ise haklı pozisyona sokulabilir rahatlıkla. Haklıyı-haksızı belirleyecek olansa (ekonomik ve siyasal) güçten başka bir şey değildir...

Dolayısıyla, devlet gücünü elinde tutan yöneten sınıf, haksız da olsa haklı pozisyondadır. Günümüz dünyasında, işçi ve emekçiler örgütlenerek iktidarı ele geçirmedikleri sürece güçsüz durumdadır. İşçi ve emekçiler, var olan burjuva devleti (ve doğal olarak onun hukukunu, yargısını ve diğer tüm aparatlarını) yıkmadan, bunların yerine kitlelerin kendi hukukunu ve yargı sistemini yaratmadan, sadece eski burjuva devlet mekanizmasını ele geçirip kullanarak kurtulamazlar. Paris Komünü'nden çıkarılan değerli tecrübelerin başında da bu gelir. Bu nedenle Marks, devletin tüm mekanizmalarıyla parçalanıp, yerine yenisinin, proleter devletin kurulması gerektiğini vurgular.

Peki ama mevcut hukuku kullanmak hiç mi mümkün değildir?... Tabii ki mümkündür, ve bu hukukun uygulanmasını hukuksuzluğa karşı savunmak da komünistlerin görevleri arasındadır. Hukuk mücadelesi, tıpkı demokrasi mücadelesi gibi, her alanda yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Biz bu mücadeleye reform mücadelesi diyoruz ve bunun devrim mücadelesine katkı sağladığını düşünüyoruz. Devrim mücadelesine katkı koymayıp, tersine, reform mücadelesini devrim mücadelesinin yerine koyanları da devrim düşmanı burjuva reformistler olarak adlandırıyor ve onlara destek olmuyoruz.

Bu tür reform mücadelelerinin diğer bir önemi de, burjuvaların ne kadar sahtekar olduğunu, kendi koydukları yasalara bile uymadıklarını teşhir etmeye yaramasıdır.

Uluslararası hukuk da güçlülerin hukukudur... Bu hukuk, büyük emperyalist tekel ve devletlerin çıkarlarını koruyacak şekilde oluşturulmuş, güçlü emperyalist güçlerin birbirlerine karşı da kullandığı çifte standartlarla dolu bir hukuktur. BM (Birleşmiş Milletler), AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) ve benzeri uluslararası kuruluşlar, hepsi de uluslararası tekellerin ve güçlü emperyalist devletlerin kontrolünde kuruluşlardır...




Kasım 2022, Avrupa gazetesi

Yorumlar

Popüler Yayınlar