İrade

Yaşam kavgası bir yandan ekmek parası, ailemizin mutluluğu ve sağlığımızı koruyabilme mücadelesi içinde geçerken, öte yandan da tüm bunları en etkili şekilde temin edebilmenin aracı olarak, istesek de istemesek de siyasi mücadeyi zorunlu kılmaktadır. İsteyen istediği kadar "benim siyasetle alakam yok" desin, attığımız her adımda siyasete taraf olmaktayız.


Öyle ki bazen en yakınlarımızın, en sevdiklerimizin yaşam mücadelesinde onların yanında bulunmaya, onlara destek vermeye çalışırken, ya da son görev için onların cenazesine katılmka durumunda olduğumuzda bile seçimleri düşünebiliyoruz... İşte hayat böyle bir şey!


Türkiye, Kıbrıs sorununa bulaştığı günden beri Kıbrıs Türk toplumunun iradesine müdahale etmiştir.
1960 cumhuriyetinin temsilciler meclisi ve cemaat meclisine seçilen tüm mebuslar Türkiye'nin komutası altındaki TMT'nin direktifleriyle belirlenmiş, halkımıza seçim yaptırılmamıştır. 1968 seçimlerinde TMT'ye rağmen iki bağımsız aday bey faşizmine tepki gösteren toplum tarafından seçilebilmiş, gerisini ise yine TMT belirlemiştir. Hakim Zeka Bey, Fazıl Küçük karşısında seçimlerden çekilmeye zorlanmış, Fazıl Küçük ve Mithat Berberoğlu Rauf Denktaş lehine seçimden el çektirilmiş, Derviş Eroğlu gördüğü baskılardan yılarak Denktaş'a karşı seçimin ikinci turundan çekilmiş, ve nihayet Türkiye'nin bu tavırlarını çok iyi bilen Denktaş, "Türkiye'nin istemediği kimse seçim kazanamaz" diyerek 2005 seçimlerine katılmamıştır. Şimdi de Sayın Mustafa Akıncı benzer baskılar ve tehditlere maruz kaldığını açıklamaktadır. 


Yarınki seçim böylesi çirkinliklerle hatıralarda kalacaktır. Bundan öncekilerde de yaşandığı gibi! 


Siyasette bazen istemeden de olsa sevdiklerimizi kırmak durumunda kalıyoruz. İnançlarımız ters düşerse, sırf ahbap, arkadaş, hısım akraba hatırına inançlarımıza ters davranmamızın doğru olmadığına inanıyorum. Kendi içimizde tutarlı olmak, kendimize saygımızı yitirmememiz için gereklidir.
Doğrusu ben Kıbrıs'ın kuzeyinde demokrasi adına böylesine tiksindirici bir seçim ortamının bizlere yaşatılması yerine, Türkiye finans oligarşisinin Kıbrıs'ın kuzeyini sömürge yasaları çerçevesinde yönetmesini tercih ederim. Britanya Kıbrıs'koloni, yani sömürge olarak hitap etmekten ve Kıbrıs'ın sömürge yasaları ile yönetildiğini dünyaya ilan etmekten utanmıyordu. Diğer sömürgeleri için de bu geçerliydi. Türkiye'nin de böyle davranmamak için bir nedeni yoktur. Doğrusu böylesine göstermelik ve sahte bir demokrasiye cumhurbaşkanlığı yapmak; en yalaka, en fazla biat eden, en evet efendimci, en teslimiyetçi ve en cahil olanımıza layıktır! 


Ben Sn. Akıncı’nın ve Erhürman'ın (yani "sol"da olduğunu iddia eden adayların) yerinde olsam bu seçimden çekilir, “makamınızı alın başınıza çalın” derdim! Bunu yapmak onlara seçim zaferinin kazandıracağından çok daha tarihsel bir kişilik kazandırırdı... Akıncı için henüz geç değildir!


Kendi adıma ben bu demokrasi sahtekarlığına alet olmuyorum. Adayların hiçbirini desteklemiyorum! Sandığa gideceğim. Ama kimin Türk oligarşisinin ve AKP karanlığının emrine gireceğini belirlemek için değil, bu gericiliğe karşı isyanımı göstermek için! Çünkü, emperyalizme karşı mücadelenin bir parçası olarak, gelişen ırkçılığa ve faşizme karşı mücadele etmeden irade ortaya koymak mümkün değildir!

 

17 Ekim 2020, Avrupa gazetesi


Yorumlar

Popüler Yayınlar