KIBRIS SOSYALİST PARTİSİ’NE GİDEN YOL...

Siyasetle ilgilenmeye daha çocuk denecek yaşta başladım. Sanıyorum 1972 yılıydı. Evimizin bulunduğu ve surlar içinde kalan eski Lefkoşa'nın Türk kesiminin ana caddesi olan Girne Caddesi’nde, Milli Ülkü Derneği adında bir yer açıldı... Dernek binası Girne Caddesi’nde Bedevi Pastanesi’nin az ilerisinde, Ahmet Becerikli'nin evinin üst katındaydı. Binanın balkonuna asılan tabeladaki "Milli Ülkü Derneği" yazısı dikkatimizi çekiyordu... Biz mahallenin “gençleri” bu derneğin ne olduğunu merak ediyorduk. En çok merak ettiğimiz konu da “milli ülkü”nün ne anlama geldiğiydi. Bir gün Girne Caddesi’nde, hem mahalleden (Samanbahçe'den) hem de halk danslarından arkadaşım olan Mustafa Hasan ile Girne Kapısı istikametine doğru yürürken ani bir kararla Milli Ülkü Derneği’nin içine daldık. Merakımızı gidermeye karar vermiştik. (Mustafa Hasan, sonradan Ergüven soyadını aldı ve Harbiye’den mezun mücahit komutanlarına katıldı. Kurmay albaylıktan emekli oldu. Hasan, soyadı kanunu çıktıktan sonra Ergüven soyadını almıştı; ama yakın çevresi onu emekli bir polis çavuşu olan babasının lakabı olan "China" diye bilirdi.) Merdivenlerden üst kata çıktığımızda girişte bizi o zamanki adıyla Ahmet Cenubi, şimdi bilinen soyadıyla Ahmet Ötüken karşıladı. Doğrusu, coşkulu bir şekilde "Gençler hoşgeldiniz" diyerek bizi karşılaması, bize ilgi gösterip önem vermesi hoşumuza gitmişti. O tarihten sonra da Milli Ülkü Derneği’ne düzenli gider olmuştuk.

O dönemlerde Fikret Kürşat başkanlığındaki Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi, ülkücülük ve Turancılık propagandası yapılan odaklardan biriydi. Bu daireye bağlı Kıbrıs Türk Folklor Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin halk dansları çalışmalarına katılan lider durumundaki kadrolar da Milli Ülkü Derneği üyeleriydiler. Halk danslarını bana sevdiren hocam ve yakın dostum Mustafa Serdengeçti de o dönemde Milli Ülkü Derneği’nin faal üyelerinden biriydi. Hatta bir ara Mustafa Serdengeçti derneğin kültür kolu başkanı, ben de onun yardımcısı olmuştum.

Çeşitli vesilelerle Milli Ülkü Derneği’nde toplanır ve milliyetçi şöven marşlar söylerdik. “Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türkün Bayrağına”, “Bozkurtlarla Elde Hilal Kainat” gibi milliyetçi türkü ve marşları burada öğrendim... Hatta bazı marşları okurken coşmak için ayaklarımızı uygun adımda yürür gibi odanın tabanına vurarak tempo tuttuğumuzu çok iyi hatırlarım. Bu davranışımızdan dolayı, o günlerin en popüler yerli ses sanatçılarından olan ve binanın alt katında yaşayan Ahmet Becerikli’nin, ahşap zeminde çıkardığımız gürültüden duyduğu rahatsızlığı ifade etmek için alt kattan tavana süpürgeyle vurarak bizi ikaz ettiği de aklımda kalanlar arasında...

Böylelikle ülkücü fikirlerin etkisi altında siyasete ilgi duymaya başladım! Neyse ki bu yanlış çizgide uzun süre kalmadım... İmdadıma Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde tıp tahsili gören yeğenim Celal Kusetoğlu yetişti. Dr.Celal Kusetoğlu’nun telkinleriyle, MHP ülkücülüğünün ve Turancılığın ne kadar yanlış ve ırkçı, insanlık düşmanı bir düşünce sistemi olduğunu anlamaya başlamış, ve hem Milli Ülkü Derneği’nden, hem de bize sürekli bu yönde telkinlerde bulunan Gençlik, Spor ve Kültür İşleri Dairesi halk dansları grubundan ayrılmıştım...

Artık lise son sınıftaydım ve akademik yılın sonuna doğru yaklaşıyorduk. Bu dönemde benimle birlikte siyasi konulara ilgi duyan birkaç yakın arkadaşım daha vardı. Ülkücülük ve Turancılıktan yakamızı kurtardıktan sonra, (maalesef Mustafa Ergüven arkadaşımızı o düşünce çizgisinden koparamadık; hala bugün aynı ırkçı düşüncelerin tesiri altındadır), önce o yılların popüler ismi Ecevit’in "ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen" sloganıyla sembolize edilen sosyal demokrat çizgiye kaydık. Bu yaklaşımla bağlantılı olarak, Kıbrıs’ın kuzeyinde 1976 yılında yapılan seçimlerde, amcam Ergin Birinci’nin de TKP’liliği (Toplumcu Kurtuluş Partisi) nedeniyle, o günlerdeki TKP kadrolarının seçim kampanyalarında faal görevler üstlendim. Parti adaylarıyla birlikte köyleri dolaştık. Yine bu dönemde, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası tarafından yayınlanan Yarın gazetesinde bir de makalem yayınlandı. 4 Haziran 1976 tarihli Yarın gazetesinde yayınlanan bu makale, "Toplumsal Dönüşüm ve Gençlik" başlığını taşıyordu. Aslında bu makaleyi ben yazmamıştım... O dönemde çok yakın iş birliği içinde olduğumuz bir arkadaşım, (M.Y.) yazmıştı ama nedense kendi adıyla yayınlamak istememişti. Ben de o makaleyi beğendiğim için, Yarın gazetesinde bunu kendi yazdığım bir makale olarak, ve kuşkuşuz bu arkadaşımın da rızasıyla yayınladım. Aslında bu arkadaşımın adını da vermekte benim açımdan sakinca yok... Ancak kendisi uzun bir süreden beri benimle temasını hiçbir açıklamaya gereksinim duymadan, bilerek ve isteyerek kopardı. Kanımca benim siyasi çizgimin başına bela açabileceğinden çekindiği için benden uzak durmayı tercih etti... Adını vermeyişimin sebebi, onun bu konudaki hassasiyetine olan saygımdandır... Arkadaşımın tavrını da anlayışla karşıladığımı belirtmeliyim. Bu arkadaşım Türkiye’deki öğrencilik yıllarında KÖGEF genel başkan vekilliği de yapmış biridir... Türkiye'de defalarca tutuklanıp zindanlara atıldığını biliyorum. Bu tutuklamalar sirasinda yaşadıklarının onu yıldırdığını düşünüyorum... Yarın gazetesindeki makalemize dönecek olursak, tamamen sosyal demokrat içerikli olan bu makale, bugünkü düşünce yapımla kesinlikle kabul edebileceğim bir içeriğe sahip değildi. Özetle, bu makalede 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Barış Harekatı’yla, Kıbrıs Türk toplumunun yapısal bir dönüşüme uğradığı anlatılıyordu. 1974 öncesinde adanın farklı bölgelerinde dağınık yaşamak zorunda kalan toplumun, askeri bir idare altında kendini etkili bir şekilde koruyabilmek için, askeri idareyi zorunlu olarak kabullenmesini olumlayan bir çizgisi vardı. 1974 Temmuzundan sonra toplumun artık demokratikleşme sürecine girdiği iddia ediliyordu... Zaman bu iddiaların tamamen yanlış olduğunu, toplumun özgürlük ve egemenliğini tamamen kaybettiğini kanıtladı.

Daha sonra, Ecevitçi sosyal demokrasiden giderek Atatürk’ün anti-emperyalizmine kaymaya başladık... Bu arada Özer Elmas ve Mehmet Ömer’in Türkiye yüksek öğrenim gençliği mücadelesi içinde faşistler tarafından katledilmesinden liseli gençlik olarak etkilenmiştik... Ben her iki devrimcinin Lefkoşa'da yapılan cenaze törenlerine de katıldım. Bu dönemin sonunda da artık yavaş yavaş sosyalist düşüncelerin etkisi altına girmeye başlamıştım.

Yüksek öğrenimimi İngiltere’de yapmaya karar vermiştim. Eylül 1976 tarihinde İngiltere’ye gitmeden önce orada bulunan öğrenci örgütlenmeleri ve devrimci örgütlenmeler hakkında bilgi edinmiştim... Arkadaşlarımla yüksek öğrenim dönemimizle ilgili muhtemel gelişmeler üzerinde sohbet ederken, sosyalizme ilgi duymamıza rağmen bu konuda yeterli bilgi sahibi olmadığımızı ve yüksek öğrenim gençliğinin sosyalizmle ilgili bizimle sohbet etmeye bile tenezzül etmeyeceğine dair kaygılar taşıdığımızı hatırlıyorum... Bu dönemde Leo Huberman’ın "Sosyalizmin Alfabesi" adlı kitabı ile Joseph Stalin'in "Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm" adlı kitaplarını okudum.

16 Eylül 1976 günü, amcam Çetin Birinci ve ikiz kardeşim Küfi Birinci ile birlikte, Kuzey Kıbrıs’ın Ercan (Timbu) Havaalanı’ndan Londra’nın Heathrow Havaalanı’na uçtuk. Tarihi çok iyi hatırlıyorum... Çünkü Londra'ya varışımın ilk haftalarında, orada bulunan Kıbrıslı Türklerin Londra'daki yüksek öğrenim örgütleriyle temas kurmuştum. İngiltere Kıbrıslı Türk Öğrenciler Federasyonu (İKTÖF) lokalinde gördüğüm, Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu (ATİF) tarafından yayınlanan Mücadele adlı gazetenin manşetinde, Mao Tse Tung’un 9 Eylül 1976 tarihinde öldüğü bildiriliyordu... Benim yüksek tahsil için İngiltere’ye gidişim, Başkan Mao’nun ölümünden tam bir hafta sonrasına denk gelmişti.

Babamın ticaret ortağı Hilmi Damdelen beyin oğlu Mustafa, her yaz İngiltere’den tatile geldiğinde bana zaman ayırır ve derslerimde yardımcı olurdu. Mustafa’nın değerli zamanını benim gibi lise öğrencisi bir gence ayırması, bana ilgi göstermesi hoşuma giden bir tavırdı. Mustafa’dan etkilenmiştim. Dürüst, samimi, özverili tavırları, saz çalması bende örnek bir devrimci imajı yaratmıştı. 1976 yazında tatil için yine Kıbrısta’yken, İngiltere’ye geldiğimde kendisini muhakkak aramamı tembih etmiş, adres de bırakmıştı... Ben de İngiltere’deki ilk haftamda Mustafa'yı Turn Pike Lane’de, Willoughby Road’ta kaldığı evden aradım; fakat onu evde bulamadım. Benim de Turn Pike Lane’de bir akrabam olduğunu ve sık sık onun yanına uğradığımı, kendisini tekrar arayacağımı bildiren bir not bıraktım. Mustafa ile buluşmamız ancak bir hafta sonra gerçekleşebildi... Buluştuğumuz gün kendisini arayıp da bulamayışımdan duyduğu üzüntüyü belirtirken, aklından bana ulaşabilmek için Effingham Road’taki tüm evlerin kapısını tek tek çalmayı geçirdiğini söylemesi de beni çok etkilemişti. Beklediğimden çok daha sıcak bir karşılama olmuştu bu benim için... Bundan sonra Mustafa ile, tahsilini tamamlayıp İngiltere’den ayrılacağı tarihe kadar et ve tırnak gibi olduk. Sürekli birlikte çalıştık. Hafta sonları Londra’ya her gelişimde istisna durumlar dışında hep Mustafa’nın evinde kaldım.

O dönemde İngiltere’de Kıbrıslı Türk öğrenciler, 1970’li yılların başlarında (72/73) Türkiye’den sürgüne gönderilerek İngiltere’ye gelen ilerici öğrencilerin de katkılarıyla kurulan İngiltere Kıbrıslı Türk Öğrenciler Federasyonu (İKTÖF-1973) içerisinde örgütlüydü. Ayrıca TMT tehdidiyle Kıbrıs’tan göç ettirilerek Londra’ya yerleşen AKEL ve PEO’da örgütlü Kıbrıslı Türkler, sendikacı Ahmet Sadi ve Nurettin Seferoğlu’nun önderliğindeki Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği’nde (1972) örgütlüydü. Demokrasi Derneği, AKEL’in doğrudan nüfuz alanı içinde olan bir dernekti.

Mustafa Damdelen’le buluşmamızla birlikte, her iki örgütle de bağ kurmuş oluyordum. Ancak çok hassas bir dönemden geçilmekte olduğunu da fark etmemek mümkün değildi... Joseph Stalin’in 1953 yılında ölmesiyle birlikte, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde ve uluslararası komünist hareket içerisinde birtakım ciddi görüş ayrılıkları ve kamplaşmalar yaşanıyordu. Stalin’e karşı iftiralarla dolu bir kampanya başlatan Kruşçev-Brejnev klikleri önderliğindeki SSCB Komünist Partisi ile, Mao Tse Tung ve Enver Hoca önderliğindeki Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi ittifakı arasında derinleşen bir siyasi tartışma vardı. Tüm dünyada komünist ve sosyalist örgütlenmeler bu büyük tartışmanın içinde yer alan kamplardan birinden yana tavır almaktaydı. Türkiye devrimci hareketi içinde de netleşmeye başlayan bu kamplaşmadan, Kıbrıslı devrimciler de paylarına düşeni alıyordu. Siyasi ideolojik olarak Marksizm-Leninizm adına tam bir karmaşa yaşanmaktaydı... İşte bu karmaşa içerisinde, ben ve benimle birlikte bana liderlik eden Mustafa Damdelen gibi yoldaşlarım da bir yandan Marksizm-Leninizm düşüncesinin temel öğelerini öğrenmeye çalışırken, diğer yandan da Sovyet ve Çin-Arnavutluk kamplaşması içinde siyasi tavır almaya, duruşumuzu netleştirmeye çalışıyorduk.

Bu aslında hiç de kolay değildi... Bizim gibi Marksist-Leninist düşünceyi yeni tanıyan kimselerin bu düşünce karmaşasının içinden çıkabilmek için daha bir fırın ekmek yemesi gerekiyordu...

Fakat bu kamplaşma, Kıbrıs somutunda daha basit bir kıstas üzerinden ilerliyordu. Üstelik bu kıstasın uluslararası komünist hareket içinde süregelen derin tartışmalarla doğrudan bir bağlantısı da yoktu.

Kıbrıslı devrimciler açısından sorun, Kıbrıs’ın komünist partisi olarak kabul ettiğimiz ve Kruşçev önderliğindeki SSCB Komünist Partisi’nin çizgisini benimsemiş olan AKEL’in Enosis fikrini savunup savunmadığı kriteri üzerinden ilerliyordu...

1976 sonu veya 77 başlarında, Demokrasi Derneği’nin Turnpike Lane’deki lokalinde yapılan bir toplantısında AKEL’in Enosis’i savunup savunmadığına ilişkin gerçeklerin ne olduğunu sorgulamıştım. Nurettin Seferoğlu’nun cevabı doğrusu hiç de tatminkar değildi... “Be çocuklar, zaten burjuvazi AKEL’le sürekli uğraşıyor; hiç işimiz yok, biz de mi işçi sınıfı partisiyle uğraşacağız?” demişti... Araştıran ve sorgulayan birini hiç de tatmin etmeyen bir yanıttı bu! İşçi sınıfı partisi de olsa her parti hata yapabilir... Hataları da ancak onlarla yüzleşmeyi bilirsek aşabiliriz.

1976 yılı, Türkiye’deki öğrenci olayları ve 12 Mart 1971 darbesini takip eden faşist baskılar nedeniyle, birçok Kıbrıslı öğrencinin yüksek öğrenim için Türkiye yerine İngiltere’yi tercih ettiği bir yıl olmuştu. Bu nedenle gerek İKTÖF gerekse Demokrasi Derneği benim gibi birçok öğrencinin sağladığı yeni kadrolarla takviye edilmişti. Ancak bu Enosis konusu her iki örgüt içinde de rahatsızlık yaratıyordu.

1975 yılı içerisinde, Queen Mary ve Imperial College gibi bazı İngiliz üniversitelerinde, Türkiyeli ve Kıbrıslı Türk öğrencilerin karıştığı ve Çin-Sovyet çatışmasından kaynaklanan olaylar yaşanmış, kavgalar olmuştu. Bu olaylar da gerek İKTÖF içerisinde, gerekse Demokrasi Derneği çevrelerinde yaygın bir şekilde konuşulmaktaydı.

Dolayısıyla soruna sağlam bir neşter vurulmalıydı... Bu amaçla İKTÖF yönetim kadrosu, ki o günlerde ağırlıkla Sovyet ve AKEL sempatizanı kimselerden oluşuyordu, AKEL ve Enosis konulu bir seminer düzenlemeye karar verdi. Türkiye’deki Kıbrıslı Türk yüksek öğrenim gençliğinin örgütü KÖGEF’ten, o dönem için “önder teorisyen” sayılan Sabahattin İsmail'i Londra’ya getirdiler!

Sabahattin İsmail, North East London Politechnic’te yapılan seminerde, AKEL’in Enosis savunuculuğu yapmadığını iddia etmiş, buna karşılık Mustafa Damdelen de AKEL yayın organının dördüncü sayısından, Ezekias Papayuannu'nun Enosis konusundaki şu sözlerini okumuştu: "Bazıları bizim komünist bir Yunanistan’la Enosis istediğimizi sanıyor. Biz Yunanistan’la kayıtsız şartsız Enosis’ten yanayız."

AKEL’in kendi belgelerinden Enosis’i savunduğunun kanıtlanması üzerine, AKEL VE SSCB yanlıları toplantıyı terk etti... Söyleyecek bir şeyleri kalmamıştı. Aslında oldukça derinlikli bir konu olan "Enosis siyaseti" konusunda hiçbirimiz yeterli bilgiye sahip değildik... Desteklediğimiz görüşlerin arkasında durabilecek bilinçliliğe bile sahip değildik. Sovyet yanlılarının, o dönemde kullandığımız tabirle "modern revizyonistlerin" salonu terketmesiyle saflar iyice netleşmişti... Bir tarafta “revizyonistler”, diğer tarafta da “Maocular”!

Bu toplantıdan kısa bir süre sonra gerçekleşen İKTÖF genel kurulunda MAO’cu grup çoğunluğu sağlamış, revizyonist grup da İKTÖF'ü terk ederek kısa bir süre sonra KTÖB (Kıbrıslı Türk Öğrenciler Birliği) adında yeni bir öğrenci derneği kurmuştu.

Başlangıçta KÖGEF’le dayanışma içinde kurulan ve onunla beraber hareket eden İKTÖF, böylelikle KÖGEF’le yollarını ayırmıştı... KÖGEF'in İngiltere’deki kardeş örgütü bundan böyle KTÖB oluyordu!

Bense AKEL’in Enosisçiliğinin kanıtlanmasından sonra bu konuda gerçeklerle yüzleşmekten korkan, tarihsel ve siyasal gerçekleri doğru olarak aktarmayıp yalana başvuran Demokrasi Derneği’nden uzaklaşarak, İKTÖF içerisindeki MAO'cu grup içinde yer almıştım.

Bize MAO'cu deniyordu; ama biz kendimizi MAO'cu değil, Marksist-Leninist olarak kabul ediyorduk. O dönemde, Mao Tse Tung'un Marksist-Leninist bir lider olduğuna inanmakla beraber, "Marksizm-Leninizm-Mao Tse Tung Düşüncesi" şeklindeki yaklaşımı benimsememiştik... Bize göre Mao, Marksist-Leninist düşüncenin bir parçasıydı. Önemli bir Marksist-Leninist liderdi. Fakat onun Marksist-Leninist bir lider olması, siyasi ideolojik çizgimizin "Marksizm-Leninizm-Mao Tse Tung düşüncesi" olarak tanımlanmasını gerektirmiyordu.

Komünist hareket içinde bu denli sert tartışmaların olması, saflaşmaların bulunması, kendini komünist, Marksist veya Marksist-Leninist olarak niteleyen gruplar arasında zaman zaman sopalı ve hatta silahlı çatışmalara varacak kadar sert çelişkilerin bulunması, benim de üyesi olduğum devrimci grubu sürekli okuyup araştırmaya ve Marksizm-Leninizmin teorilerini öğrenmeye yönlendiren bir unsurdu... İnanıyorum ki, o dönemde bizim grubumuzu etraftaki birçok sol gruptan ayırt eden en önemli özelliklerden biri de buydu.

Aslında İngitere’deki Marksist-Leninist grup daha 1975 yazından başlayarak kendi aralarında gizlilik kurallarına uygun bir komite kurmuştu. Bu bilgiyi ben de sonradan elime geçen 1978 tarihli bir rapordan edindim.

Bu raporda, komitenin kuruluş amacı şöyle tespit edilmişti:

“1. Komite içinde çalışan arkadaşların belli bir disiplin içinde kendi kendini eğitmesi ve M-L ilkeleri Kıbrıs somutuna uygulama

2. Komite dışındaki yurtsever arkadaşların eğitilmesi için bu arkadaşlara M-L eğitim çalışmaları konusunda inisiyatif götürme

3. Bölgemizdeki kitle örgütlerine örgütlü olarak inisiyatif götürme ve bunları gerçek demokratik kitle örgütlerihaline getirme” (1978 tarihli komite raporundan)

70’li yıllarda Türkiye’deki devrimci hareket de uluslararası komünist hareket içindeki büyük kaostan payını almıştı... Bir yanda SSCB'yi sosyalizmin merkezi olarak görenler, diğer yanda SSCB’yi revizyonist veya sosyal-emperyalist olarak görenler arasındaki tartışmalar yetmiyormuş gibi, bu çizgilerin her biri de kendi içinde onlarca fraksiyona ayrılmıştı. Böyle bir ortam içerisindeki Kıbrıslı Türk yüksek öğrenim gençliği de, genel olarak Türkiye devriminin sorunları ve Türkiye’deki devrimci hareket içinde yer alan fraksiyonlar ve onların kavgaları içerisinde kaybolup gitmişti.

Kıbrıs’a yönelik neredeyse tek siyasi yaklaşımları "Bağımsız, bağlantısız, üslerden arınmış Kıbrıs", veya "Bağımsız Kıbrıs, bütün halklar kardeştir" sloganlarıydı... Bu sloganların birincisi SSCB’yi sosyalizmin merkezi olarak gören KÖGEF'in sloganı, ikincisi de SSCB'yi revizyonist olarak tanımlayan ve o dönemlerde “orta yolcular” olarak bilinen Dev-Yol ve Dev-Sol adlı örgütlere sempati duyan, KÖGEF içerisinde “Devrimci Grup” olarak bilinen Kıbrıslı öğrencilerin sloganıydı. SSCB'yi sosyal emperyalist olarak niteleyen Maocu fraksiyonlara sempati duyan Kıbrıslı devrimcilerin Kıbrıs’a yönelik siyasi tespiti bile yoktu. Bu kesim tamamen Türkiye devriminin sorunları ve fraksiyon kavgaları içinde kaybolup gitmiş durumdaydı. Ancak bunlar arasından yüksek öğrenimini tamamlayarak Kıbrıs'a dönmüş olanlardan küçük bir grup, 1976 yılında Marksist-Leninist Platform (MLP) adında bir örgütlenme gerçekleştirdi. MLP kurulduğu ilk iki yılda 4 adet MLP bülteni yayınladı. Kıbrıs’ta basılan bu bültenler, teksir makinesinde çoğaltma yöntemiyle, oldukça ilkel şartlarda basılıyordu. Gizlilik gereği açıkça matbaa baskısı yapılamıyordu. Bültenler el altından güvenilir devrimci kimselere dağıtılıyordu. Mayıs 1978’de "Kıbrıs’ın Kısa Tarihi" adlı, teksir makinesinde basılmış bir kitapçık bu örgüt tarafından “Direniş Yayınları” olarak el altından dağıtıldı. Kıbrıs'ın muhtelif tarih kitaplarından derlenmiş kısa bir tarihçesini anlatan bu kitabın sonunda, "Anglo-Amerikan emperyalizminin ve ona hizmet eden yerli Rum ve Türk gericilerinin yaratmış olduğu ortamdan dolayı patlak veren 1963-64 çatışmaları Kıbrıs'ı gerici bir iç savaşa sürüklemişti" tespiti yapılmaktadır. Ayrıca 1974’te yaşanan Yunan Darbesi sonucunda Türkiye'nin “barış harekatı” kandırmacasıyla Kıbrıs’ı işgal ettiğine işaret edilerek, bu olayların NATO tarafından planlandığı vurgulanmaktadır. "Bu plana göre Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında paylaştırılacak ve ada doğrudan doğruya NATO ittifakının etki alanı içine girecekti" tespiti paylaşılmaktadır. Makarios’un Kıbrıs halkını anti-faşist ve anti-emperyalist bir cephede birleştirecek nitelikte olmadığı da vurgulanarak, "emperyalizm ve proleter devrimleri çağında demokratik devrimlere ancak ve ancak işçi sınıfının Marksist-Leninist partisi öncülük edebilir. Çünkü sadece böyle bir parti bilimsel ve devrimci görüşle halkın ezici çoğunluğunu demokratik bir cephede birleştirebilir" denmekteydi. Direniş yayınları, 1978 Mayısından 1978 Ekim ayına kadar teksir baskı yöntemiyle toplam beş kitap yayınladı:

1. Kıbrıs'ın Kısa Tarihi

2. Tam Bağımsız ve Demokratik Bir Kıbrıs için Birleşelim

3. Kıbrıs Devrimi Ulusal Demokratik Devrim Aşamasındadır

4. Kıbrıs'ta Ulusal Sorun

5. İşçi Sendikaları Üzerine

1976 yılında MLP, İngiltere’de kurulan ve yukarıda söz ettiğim devrimci komiteye de kendileriyle birlikte hareket etme önerisinde bulundu. Fakat MLP'nin çıkarmış olduğu ilk bildiri kısa bir açıklamadan oluşuyordu ve İngiltere’deki devrimci komite bu kısa bildiri çerçevesinde bir değerlendirme yapamadı. Sözünü ettiğim raporlarına göre, siyasi-ideolojik düzeylerindeki yetersizlik de MLP hakkında ciddi bir değerlendirme yapamamalarında etken oldu. MLP bu dönemde benim de elime geçtigini belirttigim dört bülten yayınlayarak Kıbrıs somutuna ilişkin düşüncelerini ortaya koydu. Kendi bulunduğum konumdan algılayabildiğim kadarıyla, 1976 yılında İngiltere’deki devrimci komitenin üyesi durumundaki yoldaşlardan biri (A.E.) tahsilini tamamlayıp Kıbrıs'a dönmüştü. O dönemde “gizliliği” olduğu düşünülen konulardaki yazılı çalışmaları (kitap, dergi, broşür gibi) postayla göndermek riskli kabul edildiği için, ben İngiltere’den tatil için Kıbrıs'a her dönüşümde İngiltere’deki komite üyeleriyle komitenin Kıbrıs’taki üyesi arasında kurye görevi yaptım. Londra’dan Kıbrıs’a muhtelif mesajlar ve broşürler, Kıbrıs’tan da Londra'ya MLP bültenlerini taşıdım. Özellikle 1977 yılından itibaren, ben ve benim gibi devrimci sosyalist düşüncelere ilgi duyan bazı arkadaşlar, 1978 raporunda yer alan 2. maddedeki "komite dışındaki yurtsever arkadaşların eğitilmesi için bu arkadaşlara M-L eğitim çalışmaları konusunda insiyatif götürme" hedefine uygun olarak, devrimci komite inisiyatifindeki çalışmalara katıldık. 1977 yılında devrimci komitede görevli yoldaşlardan mezuniyet nedeniyle Kıbrıs’a dönenlerin yerine de, ben ve başka arkadaşlarım resmen komite içinde örgütlü devrimciler olarak görev almaya başladık.

İngiltere’de olmamıza rağmen Türkiye’deki devrimci akımlardan haliyle biz de etkilenmekteydik... 70'li yıllarda İngiltere'de çok az Türkiyeli vardı. Olanlar da genellikle öğrenciydi. Çalışmak için İngiltere’de bulunan Türkiyeli işçi sayısı azdı. Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde ve özellikle Almanya'da hatırı sayılır Türkiyeli bir nüfus vardı. Avrupa'da yerleşik Türkiye kökenli kitleler içinde, Türkiye'de var olan tüm fraksiyonların uzantıları vardı. Halbuki İngiltere'de diğer Avrupa ülkelerindeki gibi Türkiyeli işçi kitleleri yoktu. Buna rağmen, Türkiye Komünist Partisi’nin İsmail Bilen hizbinin kontrolünde, İngiltere Türkiyeli İşçiler Birliği (İTİB) ve İngiltere Türkiyeli öğrenciler Birliği (İTÖB) adlı dernekler vardı. Yine o dönemdeki siyasi ideolojik karmaşanın bir sonucu ve Türkiye’deki fraksiyonel farklılıkların etkisiyle İTÖB'den koparak yeni bir örgütlenme gayreti içinde olan, İngiltere Türkiyeli Öğrenciler Koordinasyon Komitesi (İTÖKK) adında ikinci bir öğrenci örgütü daha vardı. İTÖKK, 2 Temmuz 1978 tarihinde yapılan ve İngiliz polisiyle birlikte hareket eden İTİB ve İTÖB militanlarının saldırısına uğrayan olaylı bir genel kurul toplantısı sonunda, BTÖF’e (Britanya Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu) dönüştü. Bu örgüt de Avrupa çapında örgütlenmekte olan "Türkiyeli Öğrenciler Konfederasyonu Örgütleme Komitesi" adındaki bir konfederasyona bağlıydı.

İKTÖF olarak biz haliyle SSCB çizgisindeki İTİB ve İTÖB’le değil, onlara muhalif olan İTÖKK’le (sonradan BTÖF) iş birliği ve dayanışma içindeydik.

Devrimci komitemizin ise Türkiye’deki devrimci örgütlerden TKP/M-L, TİKKO Hareketi'nin yurt dışı bürosuyla temasları vardı.

TKP/M-L'nin Aydınlık, THKO ve THKP/C hareketleriyle girişmiş olduğu siyasi-ideolojik tartışmaları izleyebiliyorduk. Ayrıca bu hareketin lideri olan ve 12 Mart cuntası tarafından işkencede katledilen İbrahim Kaypakkaya'nın yazılarını, siyasi ideolojik çalışmalarını da okuyabiliyorduk. Kaypakkaya'nın Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısına, Kemalist harekete, Kürt sorununa ilişkin değerlendirmelerini incelemiş ve bu çalışmalardan etkilenmiştik...

Burada yanlış olan, daha Marksizm-Leninizmin klasik eserlerini bile okumadan yerel lider sayılabilecek insanların çalışmalarının ve teorik tartışmalarının içine balıklama dalmış olmamızdı... Ancak bu etkilenme sadece olumsuzluklar içermiyordu. Olumlu yanları da vardı... Biz de kendi dar çevremizde Kıbrıs’ın sosyo-ekonomik yapısını, Kıbrıs’ta milli meseleyi, Kıbrıs sorununa çözüm perspektiflerini inceleyip öğrenmek, hem kendimizi eğitip geliştirmek, hem de halk kitlelerini aydınlatmak istiyorduk. Örneğin Kıbrıs'ın feodal bir ekonomik yapısı olmadığını herkes gibi biz de çıplak gözle görebilmemize rağmen, feodal düzenin Kıbrıs'ta nasıl çözüldüğünü merak ediyor, bunun açıklanmasına ihtiyaç duyuyorduk.

İKTÖF içerisinde anti-emperyalist nitelikte bir öğrenci hareketi oluşturmuştuk. Bir öğrenci örgütü olarak İKTÖF’ün kendi kitlesinin ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar yapması doğaldı. Bu da en çok öğrencilerin ödediği okul ücretleri, Kuzey Kıbrıs’taki yönetimden elde edilecek burslarla ilgiliydi. Bu amaçla muhtelif defalar Kıbrıs Türk Federe Devleti temsilciliği önünde protesto gösterileri düzenledik. O yıllarda KTFD’nin Londra temsilcisi Faik Müftüzade idi. İKTÖF'ün bir öğrenci örgütü olarak o yıllarda yürütmüş olduğu etkinlikler, 1978 yılından itibaren 1981 yılına kadar yayınlanan ve toplam 13 sayı ve 2 özel sayı olarak yayınlanan Uğraş adlı yayın organında belgelenmiştir. İKTÖF, Uğraş'a ek olarak "İKTÖF Yayınları" adı altında 2 adet de broşür yayınlamıştır. Bunlardan birincisi "İngiltere’de Öğrenim Kılavuzu" broşürüdür. İkincisi de iki piyesle birlikte devrimci türküler ve marşlar içeren, "Birliğimiz Gücümüzdür" adında, devrimci halk kültürünü teşvik etmeye yönelik broşürdür. Bu broşürde, muhtelif tanınmış ozan ve halk ozanlarından şiirler dışında, kendi yazdığımız şiirlere de yer vermiştik. Ayrıca broşüre adını veren piyes de tamamıyla İKTÖF üyesi arkadaşlarımız tarafından amatörce yazılmış bir piyestir.

O döneme göre gelişmiş fotokopi baskı yöntemiyle çoğaltılarak yayınlanan bu dergi ve broşürlerin birer kopyası arşivimde vardır. Bazı sayfalarında mürekkebin silinmeye yüz tutması nedeniyle yazıların okunmaz hale gelmeye başladığı bu dergileri, arşiv değerleri olduğu için koruma altına almaya ihtiyacımız vardır. Bunları korumanın en iyi yolu ise, belgeleri güvenilir bir kütüphaneye hibe etmektir. Oysa ne yazık ki, sırf ideolojik nedenlerden dolayı, Kuzey Kıbrıs ve Türkiye'deki kurumların bu yayınları saklayacağına güven duymamaktayım. Belki İngiltere’deki bir müze veya kütüphaneyle anlaşarak, gerek bu broşürleri, gerekse kitabımın ilerleyen bölümlerinde söz edeceğim diğer çalışmaların orijinallerini gelecek nesiller için saklama olanağı yaratabiliriz.

Öğrenci hareketi düzeyindeki çalışmalar zamanla bizi tatmin etmemeye başladı. Daha derin siyasi konulara zaman ayırmak istiyorduk... Öğrenci federasyonunun çatısı bu işlere uygun değildi. Federasyon içinde öne çıkan arkadaşlarımızın da dahil olduğu devrimci komitenin, artık siyasi olarak varlığını ilan etmesi gerekiyordu. Zaman zaman muhtelif siyasi gelişmeler karşısında tavır takınma gereği duyuyorduk. Ama harekete henüz siyasi bir etiket belirleyememiştik. Birkaç kez siyasi tavrımızı ortaya koymak için bildiriler çıkardık ve bu bildirilerin altına "Kıbrıslı Devrimciler" olarak imza attık.

Bu dönemde üç önemli siyasi inceleme başlattık. Bu çalışmalarımızın birincisi 1978'in ilk haftalarında yayınladığımız "Kıbrıs'ta Milli Mesele"; ikincisi "Kıbrıs’ta Komprador Kapitalizmi ve Tarihi Gelişimi"; üçüncüsü de "Rus Sosyal Emperyalizminin Kıbrıs’taki Uşakları: AKEL, CTP ve Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği" idi. Bu çalışmalarımızın üçünü de gizlilik koşullarına uygun olarak hazırladık ve "Devrimci Savaş Yayınları" adına yayınladık. Kuşkusuz o dönemde böyle bir yayın evi yoktu... Yayını yapanların kim olduğu anlaşılmasın diye böyle bir yola başvurmuş ve broşürlerin üzerinde de Paris'te yayınlandıklarını belirtmiştik. Halbuki bu broşürlerin tümü de Londra’da yayınlanmıştı.

Kıbrıs'ta Milli Mesele konusunu ele almak üzere 1976 yılında M.D. görevlendirilmişti. Ancak M.D. 1977 yılında tahsilini tamamlayarak Kıbrıs’a döndüğü için, bu çalışmanın tamamlanmasını H.E. ile birlikte ben üstlenmiştim. Bu çalışmayı 1977 yılını 1978 yılına bağlayan yılbaşı gecesi tamamladık ve bunu kutlamak için Kuzey Londra’da bulunan Alexandra Palace'a giderek kendimizce mütevazi bir kutlama yaptık! Bu kitapta aslında yanıt aradığımız soru, Kıbrıs Türk toplumu ile Kıbrıs Rum toplumunun birer ulusal topluluk oluşturup oluşturmadığı sorusuydu. Bu amaçla Stalin yoldaşın Ulusal Sorun adlı broşüründe ulus olmak için belirlediği dört temel kıstas çerçevesinde her iki toplumu da inceledik; ve her ikisinin de küçük de olsa ayrı birer ulusal topluluk olduğu hükmüne vardık. Ancak Kıbrıs’ta ulusal sorunun çözülmesi için bu iki ulusal topluluğa ayrı ayrı kendi kaderini tayin hakkı tanınmasını savunmadık... Bu doğru olmazdı. Bunun yerine, emperyalizmi geriletecek bir çözüm şekli olarak, proletarya önderliğinde, bağımsız, birleşik ve demokratik bir Kıbrıs’ı savunduk. Sonradan bu çalışmamızda önemli bir hata yaptığımızı tespit ettik... "Kıbrıs’ta ulusal sorun Kıbrıs Rum Burjuvazisi ile Kıbrıs Türk burjuvazisi arasındaki pazar çelişkisidir" şeklindeki tezimiz yanlıştı. Kıbrıs’ta yaşayan iki ulusal topluluk arasındaki çelişki somut bir olgu olarak var olmasına rağmen, bu olgu Kıbrıs'ta ulusal sorunun tali yönünü oluşturmaktaydı... Bu olgu, emperyalizmin güdümünde ön plana çıkarılmış ve Kıbrıs halkının temel sorunu olarak gösterilmiştir. Doğru olan, Kıbrıs'ta ulusal sorunun esasını emperyalizmle Kıbrıs halkı arasındaki çelişkinin oluşturduğudur! Bu hatamızı gidermek amacıyla "Leninizm ve Kıbrıs’ta Ulusal Sorun" adlı bir başka çalışma daha yaptık. Ama bu çalışma 1980 yılında, yani benim de tahsilden dönmemden sonra Kıbrıs’ta tamamlanabilmişti. Bu çalışmayı aklımda kaldığı kadarıyla M.D. ile birlikte tamamlamıştık.

"Kıbrıs’ta Komprador Kapitalizmi ve Tarihi Gelişimi" adlı çalışmayı ben yapmıştım. Ekonomi tahsili yapmakta olduğum için ve üniversiteden mezuniyet tezim de Kıbrıs'ta tarımsal alanda yer alan gelişmelerle ilgili bir çalışma olduğundan, elimin altında epeyi bilgi ve belge vardı. Ayrıca o dönemde SOAS (School of Oriental and African Studies) kütüphanesinden de yararlanabiliyordum. Bu çalışmamız, yanıt aradığımız sorular açısından bizi tatmin eden bir çalışma olmuştu. Bu çalışma, Devrimci Savaş yayınları dışında, Özgürlük yayınlarının ilk kitabı olarak ve yazarının ismini belirtmeden "Tarihsel Gelişimi İçinde Kıbrıs’ta Sosyo-Ekonomik Yapı" adıyla 1986 yılında Kıbrıs'ta yayınlandı. Fakat Özgürlük Yayınları tarafından yayınlanan kitapta, Devrimci Savaş Yayınları tarafından yayınlanan kitapta bulunan sonuç bölümünü yayınlamadık. Bunun nedeni, siyasi iktidardan gelmesi muhtemel baskılardan yayıncı kuruluşu korumaktı. Aslında bu çalışmanın en önemli bölümü, sosyo-ekonomik yapı tahlilinin ışığında Kıbrıs Devriminin niteliğini belirlemeye çalıştığımız sonuç bölümüydü. Bu bölüme TKP/M-L yurt dışı bürosundan ciddi eleştiriler geldi. Gelen eleştiriler ışığında, "Kıbrıs Devriminde Tamamlayıcı Tezler" adlı bir çalışma daha hazırladık ve 1980 yılında yayınladık.

"Rus Sosyal Emperyalizminin Kıbrıs'taki Uşakları: AKEL, CTP ve Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği" adlı çalışmamızı, o dönemde siyasi rakiplerimiz olan Moskova takipçilerinin anti-marksist çizgisini teşhir etme amacıyla hazırlamıştık. Bu broşürün AKEL’le ilgili bölümünü Kazım Öngen yoldaş, CTP ve Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği ile ilgili bölümlerini de ben yazmıştım.

Daha sonraları bu belgeleri, uluslararası komunist hareketin sorunlarına ilişkin yeni bir belgeyle de takviye ederek, beyaz bir kitapta topladık. Bu kitap 1980 yılında "Belgeler: Kıbrıs Devriminin Sorunları" adı altında yayımlandı. 1974 savaşlarıyla Kıbrıs Türk toplumunun üzerine çöken baskıcı faşist yönetimin tüm varlığıyla kendini hissettirdiği bu dönemde, gizliliğe azami düzeyde dikkat ediyor ve siyasi çalışmalarımızı bu şekilde yürütmeye gayret ediyorduk. Kuşkusuz bunda ne kadar başarılı olduğumuz sorgulanabilir... Bana kalırsa, herkesin birbirini çok iyi tanıyıp bildiği Kıbrıs’ın siyasi ortamında, bu broşürlerin kimlerin kaleminden çıktığı tam olarak bilinmese de kimlerin başının altından çıktığını, bu “fesatın” başının kimler olduğunu tahmin etmek pek de zor bir şey değildi!

"Kıbrıs’ta Milli Mesele" ve "Rus Sosyal-Emperyalizminin Kıbrıs'taki Uşakları" adlı broşürlerimiz, Türkiye'de "Partizan Dergisi"nin Ağustos 1978 özel sayısında da kitap formatında yayınlandı.

20 Temmuz 1978'e yaklaşılan günlerde, TKP/ML merkez komitesinden 20 Temmuz 1974‘te yaşananları ele alan bir ortak açıklama yapmamız önerisi geldi. Bu öneriyi olumlu karşılayan devrimci komitemiz, karşılıklı yürütülen ortak çalışma sonucu, Kıbrıs’la ilgili temel önermeleri hala bugün doğruluğunu koruyan ortak bir bildirinin yayınlanması konusunda TKP/ML merkez komitesiyle hemfikir oldu. Ama ortada bir sorun vardı! Ortak bildiriye biz hangi sıfatla imza atacaktık?...

Konuyu Londra’nın güneyinde K.Ö.'nün evinde yaptığımız bir toplantıda ele aldık. Bu toplantıda, yürütmekte olduğumuz böylesine düzeyli çalışmaları kitlelere "Kıbrıslı Devrimciler" gibi ne olduğu belirsiz bir imzayla duyurmaya daha fazla devam etmememiz, ve artık örgütlülüğümüzün nasıl bir nitelik taşıdığını layıkıyla ifade edebilecek bir imzaya sahip olmamız gerektiğinde hemfikir olduk. Bunun sonucunda da "Kıbrıs Komünist Partisi (Marksist-Leninist/Örgütleme Komitesi)" kurulmuş oldu. Adımızın sonuna Marksist-Leninist ibaresini eklememiz, bu ibarenin o yıllarda SSCB'nin siyasi çizgisine karşı olan birçok örgüt tarafından, kendilerini revizyonist ve sözde komünist partilerden ayırmak için kullanılması yüzündendir. Bizim de kendimizi, kendini “Kıbrıs Komünist Partisi” olarak tanımlayan revizyonist AKEL'den ayırmamız için bu tanımlama gerekliydi. Kendimizi “Örgütleme Komitesi” olarak nitelememiz de, özünde henüz tam anlamıyla bir partileşmenin sağlanamadığına, partileşme sürecini tamamlamaya çalışan bir girişim oluşturduğumuza vurgu yapma amacı taşıyordu. Bu kararın alındığı toplantıda 4 kişiydik. K.Ö., H.E., O.R. ve ben... Toplantı sonucunda üçümüz Kuzey Londra'ya dönerken arabada çok mutlu ve coşkuluyduk. Yol boyunca devrimci marşlar ve türküler söyledik:

“Biz korkmayız prangadan zincirden, paslı kelepçeler vız gelir bize… Demir pencereler beton duvarlar, ölümden korkmayız vız gelir bize, vız gelir bize!”

KKP/M-L Örgütleme Komitesi, 20 Temmuz 1978 tarihinde, TKP/M-L Merkez Komitesi ile birlikte yayınladıkları "Yaşasın Demokratik ve Bağımsız Kıbrıs" başlıklı ortak açıklamayla kuruluşunu resmen ilan etmiş oluyordu...

KKP/M-L Örgütleme Komitesi

KKP/M-L Örgütleme Komitesi, 20 Temmuz 1978 tarihinde kuruluşunu resmen ilan etmişti. Bu tarihten itibaren yaptığımız işleri çok daha ciddi bir şekilde ele almamız gerektiğinin bilincindeydik. Artık sıradan bir devrimci aydın hareketi olmaktan çıkmıştık... Bir komünist parti, hem de Bolşevik tipte bir komünist parti olarak örgütlenme hedefini önümüze koymuştuk; ve bunun gerektirdiği devrimci disiplin, sorumluluk ve siyasi bilinç içerisinde hareket etmemiz gerekiyordu.

Bu amaçla kendimizi teorik, siyasi ve ideolojik olarak geliştirmek önde gelen hedeflerimizden biriydi. Marksizm-Leninizmin temel ilkelerini, sınıf mücadelesi içerisinde takındığı somut siyasi tavırları, revizyonizm ve oportünizme karşı yürütülen mücadeleleri öğrenmek, ve bunları günümüz ve ülkemiz koşullarına yaratıcı bir şekilde uyarlamak için çok okumamız ve inceleme yapmamız gerektiğinin farkındaydık.

Üstelik tüm bunlar eş zamanlı yürütmemiz gereken işlerdi. Hem de günlük pratik örgütlenme çalışmaları ve eylemlerle birlikte! Genellikle ülkemiz somutuna ilişkin değerlendirmeler yapmaya yönelik çalışmalarımızı teorik ve siyasi öğrenme süreçlerimizle birleştirerek kendimizi geliştirmeye çalıştık. Örneğin Kıbrıs'ta milli meselenin nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin tavrımızı belirlemek için önce milli mesele konusundaki Marksist-Leninist öğretileri inceliyor, sonra da öğrendiklerimizi ülkemiz somutundaki duruma ilişkin yaptığımız değerlendirmelerle birleştirerek bir sonuca varıyorduk.

Bir yandan siyasi ideolojik olarak kendimizi geliştirmeye çalışırken, diğer yandan da hem örgütlülüğümüzü geliştirmeye, hem de uluslararası ilişkilerimizi artırmaya çalışıyorduk.

Örgütlülüğümüzü geliştirmek için, sadece Kıbrıslı Türkler arasında değil, Kıbrıslı Rumlar arasında da her fırsatta, dil engeline rağmen çalışmalar yapmaya gayret ediyorduk.

Uluslararası komünist hareket içinde kurduğumuz ilişkilerle kendimize yer edinmeye çalıştık. Almanya'dan "Akıma Karşı" ve "Batı Berlinli Komünist" adlı örgütlerle, Avusturya'dan "AMLP" (Avusturya Marksist-Leninist Partisi) ile, Şili'den "ŞDKP" (Şili Devrimci Komünist Partisi) ile, Kanada'dan "In Struggle" grubu ve "Bolşevik Birlik" grubuyla, İsviçre’den "KB-ML" adlı örgütle ilişkiler kurduk... Bu ilişkiler ağımızı sürekli geliştirmeye gayret ettik. İlişki kurduğumuz bu parti ve gruplarla resmi yazışmalarımız, siyasi ideolojik alanda yazılı görüş alışverişlerimiz ve tartışmalarımız olmuştur.

Bu dönemde bir yandan ülke içinde görüş farklılıklarımız olduğunu tespit ettiğimiz MLP grubu ve Halk-Der ekibiyle siyasi ideolojik tartışmalar yürütürken, diğer yandan da uluslararası komünist hareketin sorunlarıyla ilgilenerek bu alanda da siyasi-ideolojik çalışmalar yaptık.

Kıbrıs’ta Halk-Der’le derin görüş ayrılıklarımız vardı. Onların özellikle Kıbrıs’ta iki ayrı halk olduğu tezlerini küçük burjuva milliyetçisi olarak değerlendiriyorduk... Bu konudaki düşüncemiz hala bugün değişmemiştir. Bir ülkede birden fazla ulusal topluluk yaşayabilir. Ancak bu ulusal toplulukların siyasi hedefi o ülke sınırları içerisindeki iktidarı birlikte ele geçirmek olduğuna göre, emekçi halk kitlelerini ulusal çizgilerle ayrıma tabi tutmak, sadece sermaye sınıfının işine yarayan, ayrılıkçı ve küçük burjuva milliyetçiliği içeren bir tavır olur...

MLP ile de birtakım görüş ayrılıkları yaşadık. Onlarla temel ayrılık noktamız Kıbrıs devriminin niteliğine ilişkindi. Onlar Kıbrıs için Milli Demokratik Devrimi savunurken, bizse "Demokratik Halk Devrimini savunuyorduk. Bugün geriye dönüp baktığımda, tezlerimiz özünde birbirinden içerik olarak çok farklı değildi... Polemiğe girmek yerine, sağduyulu ve kardeşçe devrimci ilişkiler içerisinde, savunduğumuz tezlerin altını doldurmayı deneseydik, ortak bir görüşe ulaşmamız hiç de zor olmayacaktı... Bu noktada ülkemizdeki devrimci mücadeleye önemli ivme kazandırabilecek bir fırsatı tepmiş olduğumuzu düşünüyorum.

Kuşkusuz okuyucuya o yıllarda komünist hareket içerisinde var olan siyasi-ideolojik ve teorik tartışmaları, bunlardan kaynaklanan fraksiyon ayrışmalarını ve hala bugün tüm dünyada devam eden büyük kaosu hatırlatmam gerekecek...

Yazının ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı olarak ele alacağımız Sovyet-Çin ve Arnavutluk tartışmalarında, o yıllarda biz de hatalı olarak iki yanlış çizgiden birini, Çin Komünist Partisi’nin çizgisini benimsemekteydik. MLP de bizimle aynı saflarda olmasına rağmen, her çizgi de kendi içerisinde onlarca fraksiyona bölünmüş durumdaydı... Bu fraksiyonel duruşlar birbirimize bakışımızı olumsuz yönde etkiliyordu. Herhangi bir fikir ayrılığını sağduyuyla tartışmak yerine polemiğe girmeyi tüm gruplar neredeyse bir gelenek haline getirmişti...

Biz KKP/M-L ÖK olarak okuma, öğrenme, eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını kendimize bu mücadelede temel ilke edinmiş olmamıza rağmen, fraksiyonel tavırlardan kaçınılmaz olarak etkileniyorduk. Bu olumsuz tavırlardan kaçınabilmenin tek bir yolu vardı: Marksizm-Leninizm düşüncesine hakim olmak! Bunu yapmaya çalışıyorduk, ama henüz yetersiz olduğumuz o kadar geniş bir alan vardı ve aynı anda yürütülmekte olan o kadar çok konu vardı ki, mevcut kadromuzla buna yetişmemiz olanaksızdı.

Benzer sıkıntıları uluslararası ilişkilerimiz içinde de yaşamaktaydık. Örneğin Kıbrıs devriminin niteliğine ilişkin inceleme ve araştırma yaptığımız dönemde, bu görev bana verilmiş olduğundan, konuyla ilgili olarak "Anti-Emperyalist Birleşik Cephe" konusunu inceliyordum. Bu amaçla hem Stalin’de, hem de Mao TseTung'ta Birleşik Cephe konusunun nasıl ele alındığını inceledikten sonra bu konuda bir rapor hazırladım. Bu raporu ilgilerini çekeceği düşüncesiyle Türkiyeli yoldaşlarımıza da ilettik. Raporda özet olarak Mao Tse Tung'un belirli koşullarda komprador (emperyalizmin iş birlikçisi) büyük burjuvaziyi de cepheye dahil ettiğini; halbuki Stalin'in komprador burjuvaziyi hiçbir koşulda cephenin içinde yer alabilecek, devrimin bir müttefiği olarak görmediğini; bu nedenle Mao Tse Tung'un cephe politikasının yanlışlar içerdiğini savundum. Benim bu raporuma Türkiyeli yoldaşlardan büyük tepki geldi. Bu tepki özünde şöyle kaba bir yaklaşımı içeriyordu: “Daha geçen gün kurulan KKP/M-L de kim oluyor ki Mao Tse Tung yoldaşta teorik hata buluyor? Bu kabul edilemez!”

Ancak biz bu konuda ısrarlı olduk. Tavrımızı geri çekmedik. Eğer hatalıysak bize Stalin ile Mao'nun yazılarında çok net bir şekilde görülebilen bu görüş ayrılığının nedenlerini açıklamalarını talep ettik. Türkiyeli yoldaşlar bu talebimizi hiçbir zaman yerine getiremediler. Zaman bizi Mao'nun hataları konusunda haklı çıkardı.

Devrimci komiteden KKP/M-L ÖK'ye, kadrolarımız esas olarak yüksek öğrenimde bulunan devrimci aydınlardan oluşuyordu. İngiltere'de, Kıbrıs'ta ve hatta o yıllarda Libya'da çalışmakta olan Kıbrıslı işçiler arasında, temasta olduğumuz işçi önderleri ve işçi arkadaşlarımız da vardı. Bunlar arasından örgütlemeyi başarabildiklerimiz de oldu. Fakat çok kısıtlı bir kadroyla ve siyasi-ideolojik çalışmaların yoğunluğu nedeniyle, bizim İngiltere’deki geçici konumumuzla işçilerin Libya’daki geçici konumu, buralarda kalıcı örgütlenmeleri olanaksızlaştırdı. Kıbrıs'ta ise işçilerin ağırlıklı olarak göçmen işçiler oluşu ve sendikalılaşamamaları, bu alandaki çalışmalarımızın önündeki en önemli engeli oluşturdu.

Yüksek öğrenimde bulunan gençlerden oluşan çekirdek kadromuz, öğrenimini tamamlayanların yurda dönmesiyle yavaş yavaş Kıbrıs'a taşınıyordu. Devrimci komitenin ilk üyelerinden biri 1976 yılında Kıbrıs’a dönmüştü. 1976-77 döneminde Londra'daki devrimci komiteye M.D. önderlik etti. Onun da yurda dönmesinden sonra, devrimci komitenin önderliğini H.E. üstlendi. KKP/M-L, H.E.'nin önderliği döneminde (1977-78) kuruldu. 1978 Ağustos veya Eylül aylarında ise, H.E. ve K.Ö. yoldaşların da yurda dönmesiyle önderlik görevi bana kalmıştı.

2 Temmuz 1978 tarihinde, dayanışma içinde olduğumuz Türkiyeli öğrenci arkadaşlarımızın örgütü İTÖKK, Kıbrıslı Rumlara ait tiyatro grubu "Theatro Technis"in Caledonian Road üzerindeki eski binasında BTÖF’ü kurmak için bir genel kurul düzenlemişti. Biz de İKTÖF olarak onlara destek vermek için oradaydık. Genel kurulu, modern revizyonist SSCB çizgisindeki İTİB, İTÖB adlı Türkiyeli işçi ve öğrenci örgütlerinin (o zamanki tabirimizle sosyal faşistlerin) provoke etmesi beklenmekteydi... Nitekim genel kurul toplantısı başladıktan sonra, bizden daha kalabalık bir kitle halinde İTİB'lilerle İTÖB'lüler İngiliz polisiyle birlikte toplantının yapıldığı binaya doğru yürüyüşe geçtiler. İngiliz polisi olay çıkmasını önlemek için değil, provokatör kitleyi korumak için orada olduğunu iyice belli etmişti. Karşıt grup artık toplantı salonunun kapısına dayanmış ve aramızda yumruklu sopalı bir kavga başlamıştı ki, aramızdan Türkiyeli bir yoldaş, kendi örgütlülükleri içinde aldıkları karar ışığında önlem olarak yanında bulundurduğu tabancasını çekerek havaya doğru ateşledi. Silah sesinden ürken karşıt grup dağılırken, o ana kadar olayları seyretmekle yetinen İngiliz polisi toplantı salonuna coplarla dalarak toplantımızı dağıttı; ve aramızdan 4’ü Türkiyeli, 2’si Kıbrıslı olmak üzere 6 arkadaşımızı gözaltına aldı. Karşıt grubun İngiliz polisiyle iş birliği içinde düzenlediği çok bariz olan bu provokasyon, ne yazık ki bizim tarafın tecrübesizliğinden dolayı başarılı olmuştu... Tutuklanan dört Türkiyeli arkadaşımızdan biri tabancasıyla havaya ateş eden arkadaşımızdı. Kıbrıslı iki arkadaşımız ise KKP/M-L(ÖK)'yi oluşturma kararı alan 4 kişilik ekipten ikisiydi. K.Ö. ile O.R. tutuklanmıştı. O.R. 3 gün tutukluluktan sonra, Türkiyeli arkadaşlarımızın üçü ile birlikte serbest kalırken, K.Ö. bir ay tutuklu kaldıktan sonra aleyhine bir suçlama getirilemediği için serbest bırakıldı. Ama tabancayı kullanan Türkiyeli yoldaşımız 4 yıl hapse gönderildi. O.R. yoldaşımız, bu olaydan sonra moralman çöküntüye uğrayarak devrimci çalışmadan koptu. K.Ö. yoldaşımız ise yaşadığı bu kötü deneyimden siyasi olarak daha da zenginleşerek çıktı; ve hala aramızda devrimci çalışmalarını sürdüren önder bir yoldaşımızdır.

Bizler mezun oldukça birer ikişer Kıbrısa dönerken, örgütün temel çekirdeği Kıbrıs’a taşınmış oldu. Ama Kıbrıs şartlarında her türlü baskı ve felaketle karşılaşabileceğimizin bilincinde olarak, her zaman yurt dışında bir bacağımızın olmasına önem verdik. 1979'da benim de yurda dönmemle birlikte KKP/M-L ÖK'nın merkezi, çalışmalarını artık Kıbrıs’ta sürdürmeye başlamış, İngiltere'de kalan yoldaşlarımız ise yurt dışı bölge komitemiz olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.

Bu noktada, konumuzla çok ilgili olduğu için bazı gözlemlerimi paylaşmakta yarar görüyorum. Uğur Mumcu'nun "Çıkmaz Sokak" adlı kitabını okumayan her devrimciye tavsiye ediyorum... Kitapta Kızıldere olaylarına ilişkin savcılık raporu ve olayların canlı tanıgı Ertuğrul Kürkçü'nün ifadesi yer alıyor. Ayrıca Uğur Mumcu'nun Niğde Kapalı Cezaevi’nde THKP-C, THKO ve TKP-ML/TİKKO hükümlüleriyle yaptığı röportajlar var. Bu röportajlarda Mumcu, 12 Mart 1971 öncesinin bu önemli gençlik örgütlerinin liderlerine, 12 Mart öncesi siyasi çizgileri ve eylemlerine iliskin düsüncelerini, eleştiri ve özeleştirilerini soruyor. Onları konuşturuyor ve neredeyse yorumsuz bir şekilde okuyucunun değerlendirmesine sunuyor.

Mumcu, aynı zamanda 12 Mart muhtırasının hukukiliğini de sorgulayarak mahkum ediyor.

Kitap özü itibariyle, bireysel terörün bir devrimci mücadele yöntemi olamayacağını, hem Lenin'in hem de 3. Enternasyonel ve Dimitrov'un bu tür mücadele yöntemlerini eleştirerek mahkum ettiklerini belirterek, sosyalizm icin sınıf mücadelesinin önemine vurgu yapıyor. Bence ibret verici, ders çıkarılacak cok yararlı bir calışma... Kitabın ulaştığı sonuç itibariyle tek zaafı, sosyalist devrim mücadelesinin de gün gele zora başvurmak durumunda kalabileceğini ve kitle tabanı üzerinden gelişebilecek böyle bir zorun meşru olacağını tamamen göz ardı ederek, sosyalist devrim mücadelesini sırf parlamenter mücadeleye indirgemesidir diyebilirim...

Beni bu kitapta en cok etkileyen olgu, 12 Mart 1971 döneminin gençlik liderlerinin siyasi ideolojik geri kalmışlıkları oldu... Siyasi mücadeleye başlangıç noktalarından ulaşmış oldukları noktaya kadar, eylemlerine gerekçe olan siyasi düşüncelerinden hatalarını kabullenişlerindeki eleştiri ve öz eleştirilerine kadar tüm düşüncelerinde, siyasi ve ideolojik sığlıkları, yetersizlikleri görülebiliyor!

Onları okurken adeta karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan insan portreleri geldi gözümün önüne...

Kuşkusuz onların bu siyasal ve ideolojik eksiklik ve zayıflıklarında, komünist hareketin tarihi açısından yukarıda sözünü ettiğim çok talihsiz döneme denk gelmelerinin de rolü büyüktür... 1950’li yılların ortalarından bu yana, bireysel terörizmin, maceracılığın ve anarşizmin dünyada ve Türkiye'de yaygınlaşmasının temelinde revizyonizm ve modern revizyonizm vardır. Özellikle 68 ve 78 kuşaklar olarak göklere çıkardığımız kuşakların hem kendileri hem de eylemleri, ideolojik olarak modern revizyonizmden beslenmiştir...

Stalin’in ölümünden sonra dünya komünist hareketinde büyük bir siyasal ve ideolojik karmaşa yaşandı ve bu hala devam etmektedir... Bir yandan Kruşçev-Brejnev döneklerinin sözde reformlarıyla Sovyetler Birliği'nde sosyalist inşa çalışmaları sabote edilirken, karşı devrimci modern revizyonist TiTO çizgisine iade-i itibar yapılırken, diğer yandan bu çizgiden özünde farklı duruşları olmayan Mao Tse Tung ve Enver Hoca'nın Kruşçev-Brejnev revizyonizmine karşı mücadele etme görüntüsü altında, ama çok benzer revizyonist pozisyonlardan Sovyetler Birliği’nin altını oymaları, hem SSCB'de geriye dönüş sürecini hızlandırmış, hem de uluslararası komünist hareketi büyük bir kaosa ve parçalanmaya sürüklemiştir... Bu gelişmelerin farkında olmayan o zamanın devrimci gençliği de, Castro ve Che gibi küçük burjuva devrimcilerinin anti-marksist çizgileri ve mücadele yöntemleriyle başarıya ulaşabilmenin hayali peşinde gerçekten de çıkmaz sokaklara sürüklendi...

Bugüne kadar hep devrimci cesaret ve kahramanlık olarak düşündüğümüz veya öyle sandığımız eylemlerin, aslında siyasi bilinçsizlik ya da yetersizlik nedeniyle yapılmış naif hatalar olduğunu Uğur Mumcu'nun bu kitabı sayesinde anladım...

70'li yıllarda bizim de benzer siyasi ve ideolojik hatalara düştüğümüzü, eylemsel hatalardan da kıl payı uzak durduğumuzu fark ederek irkildim...

Örneğin bir Kızıldere olayında Mahir Çayan ve arkadaşlarının rehin aldıkları 3 İngilizi aslında öldürmek gibi bir niyetleri olmadığı halde öldürmeleri, ve fakat buna karşılık kendilerini doğru dürüst savunma fırsatı bile bulamadan can verdiklerini bu kitap sayesinde ayrıntılı bir şekilde öğrendiğim zaman ne kadar üzüldüğümü anlatamam... Böylesine askeri sayılabilecek bir eylemi neredeyse plansız, gelişigüzel bir şekilde uygulayan bu genç devrimciler, aslında silahlı çatışmanın ne olduğunun bilincinde bile değildi diye düşünüyorum.

Daha 16 yaşımdayken 1974 Temmuzunda Kıbrıs’ın küçük bir köyünde silahlı çatışma içinde bulunma talihsizliği yaşadığım için, Mahir Çayan ve arkadaşlarının ne kadar acemice bir askeri operasyona kalkışmış olduklarını, aslında askeri bir operasyon değil, intihar operasyonu yaptıklarını cok iyi görebiliyorum...

Uğur Mumcu'nun bu kitabı yaklaşmakta olan yeni faşist diktatörlük dalgasına dikkat çekmek için yayınladığı çok net şekilde belli oluyor. Nitekim kitabın ilk yayınlandığı tarihten (1979 Temmuz) sadece 1 yıl 2 ay sonra, 12 Eylül 1980 Evren faşizmi gerçekleşti.

Bu kitapta ortaya konan hukuksal argümanların, Kenan Evren denen faşistin yaşamının çok geç bir safhasında da olsa yargılanmasında payı olduğunu düşünüyorum.

Uluslararası komünist hareket içindeki derin tartışmalar, SSCB’de sosyalizmin inşa sürecinin durmuş olması ve geriye dönüş sürecinin yaşanması, dünyada ve ülkemizde sosyalistlerin, hatta bir bütün olarak tüm solun moralini bozan bir unsurdu. Devrimci durum tüm dünyada genel olarak oldukça zayıftı. Bu koşullar altında siyasi-ideolojik olarak karmaşa yaşanması anlaşılır bir durumdu. Ancak bu kafa karışıklıkları, bu siyasi-ideolojik geri kalmışlık örgütsel çalışmalarımızı da geriletmekteydi. Her dönemde ortaya çıkabilecek kariyer düşkünü ve oportünist kişiliklerin kolaylıkla etkili olabileceği bir dönemden geçiyorduk.

Bu dönemde ne yazık ki bizim aramızdan da böyle bir kariyer düşkünü çıktı! Devrimci düşünceye ilgi duyan O.T. adında bir arkadaşımız benim bulunduğum üniversiteye gelmişti. Kısa sürede aramızda sıkı bir dostluk ve yoldaşlık gelişti. Hem teorik olarak hem de siyasi ideolojik olarak çok hızlı gelişen bir kimseydi. Fakat biraz da meraklı bir kişiliği vardı. Bizim gizlilik koşulları içinde örgütlendiğimiz ortamda kimin nerede görev aldığını öğrenmeye ve doğrudan merkezle temas kurmaya meraklı biriydi. Bu konuda kendisini birkaç kez uyardım. Uyarılarıma kulak vermiş görünmesine rağmen hep önde olma isteğini bir türlü yenemedi. Sanırım bu yaklaşımında ailesi, özellikle çok iyi bir ilkokul öğretmeni olan annesi tarafından hep okulun en çalışkan, en başarılı öğrencisi olarak yetiştirilmiş olmasının da etkisi olmuştur. Bu yoldaşımız, partimizde örgütlü olduğu dönemde uluslararası komünist hareketin teorik sorunları konusunda önemli çalışmalar yaptı. “Belgeler” adlı kitabımızda bu konudaki bölümü o hazırladı. Ancak Stalin yoldaşla ilgili olarak hazırladığı bir değerlendirme yazısında, Stalin’in önemli bir teorik hata işlediğini de yazmıştı. Bizler yapı olarak yanılmaz otorite tanımayan, her yoldaşın yanılabileceği ihtimalini daima göz önünde bulunduran bir anlayışa sahiptik. Bu yoldaşımızın Stalin konusundaki değerlendirmesini yadırgamamamıza rağmen, eleştirinin içeriğini doğru bulmadık. Bu yazı gerek ÖK olarak bizden, gerekse de uluslararası alandan haklı eleştiriler aldı. Biz özeleştiri yaparak yoldaşımızın bu hatasını gidermeye çalıştık. Bu konunun ayrıntılarını bu yazının ekinde sundugum belgelerde bulacaksınız.

Gerek K.Ö. yoldaşın 1978 yılında Kıbrıs’a dönmesi, gerekse benim 1979 yılının Kasım ayında Kıbrıs’a dönmemden sonra bu yoldaşımız partimizin yurt dışı bölge komitesi önderliğini üstlenmişti.

Bu dönemde KKP/M-L Örgütleme Komitesi yürütme kurulu olarak partimizin Kıbrıs Sorunu ve uluslararası komünist hareketin sorunlarına yönelik tezlerini ve programını oluşturma gayreti içindeydik. Partimizin 1. kongresini yapmaya hazırlanmaktaydık. Nitekim partimizin 1. kongresi 1981 yılında Lefkoşa'da gerçekleşti. Bu kongreye temel olan görüşler ve alınan kararlardan, elimdeki arşivde bulunan belgeleri de bu yazının ekinde yayınlıyorum.

1. kongreden sonra kongrede belirlenen hedeflere yönelik çalışmalarımız istenilen tempoda ilerlemiyordu. Bunun çeşitli nedenleri vardı. Bir kere kadromuz çok dardı. Yeterli örgütlülük düzeyine sahip değildik. Olan kadrolar da ya mecburi askerlik görevinden dolayı çalışmalara çok sınırlı katılabiliyordu, ya da ailelerinin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olduklarından ancak boş zamanlarını partiye ayırabiliyorlardı. Bir de burada sık sık tekrar ettiğim o dönemdeki siyasi-ideolojik karmaşa ve bundan kaynaklanan ideolojik yetersizliğimiz vardı.

Bu sorunları aşabilmek için Örgütleme Komitemizin yürütme kurulu, parti çalışmalarımızı canlandırmak için yapılması gerekenler hakkında tüm yoldaşlarımıza yönelik sorular hazırlayarak, yapılabilecek çalışmalara ve alınması gereken önlemlere ilişkin her üyenin fikrini ve önerilerini almaya çalıştı. Genel olarak tüm yoldaşlarımız olumlu tepki göstererek soruları yanıtladı ve önerilerini yaptı.

Benden sonra 1980 yılında yurt dışı bölge komitemizin lideri olan O.T. yoldaşımız da 1981 yılında Kıbrıs’a dönmüş ve askerliğini yapmaktaydı... Bu yoldaşımız 1 Kasım 1982 tarihinde "Yürütme Komitesindeki Yoldaşlara Açık Mektup" başlığı altında bir yazı ile, yaşanmakta olan sorunların sorumlusu olarak yürütme komitesindeki yoldaşları suçladı. Yürütme komitesindeki yoldaşların “maddi konumlarının” devrimci çalışma yapmaya uygun olmadığını iddia etti.

Bana göre bu açık mektuptaki eleştirinin içeriği kesinlikle yanlıştı... Bireylerin duruşunu belirleyen maddi konumları değil, bilinç düzeyleridir. Öyle olsaydı Engels de maddi konumundan dolayı bir Marksist olamazdı. Halbuki o, marksizmi yaratan iki liderden biriydi. Bizim sorunlarımız yukarıda da anlattığım nedenlerden, her şeyden önce de siyasi-ideolojik yetersizliğimizden, zayıflığımızdan kaynaklanmaktaydı. Bu görüşümü açık mektup yazarı yoldaşımıza defalarca anlatmama rağmen kendisi önyargılı duruşunda ısrar etti. Yürütme kurulumuz "Açık Mektup"a Aralık 1982 tarihli bir yazıyla yanıt verdi. Bu yazının bir bölümünü ben yazdım; bir bölümünü de H.E. yazdı. Ancak H.E.'nin yazdığı bölüm, işi kişiselliğe döken ve olaya sağduyu ile değil öfkeyle yaklaşan bir tavır içindeydi. Yürütme kurulu olarak verdiğimiz yanıtın içinde yer alan, duygusal tepkilerden kaynaklanan bu hata, kısır tartışmalara yol açmaktan başka bir işe yaramadı.

Bu olay ve gerçekleşen tartışmalar, partimiz içinde ciddi bir yılgınlığa neden oldu. Partinin ilk yıllarından beri liderliğini yapmış olan üç önemli yoldaşımız, devrimci çalışmadan tamamıyla çekildiklerini açıkladılar. Bunlardan beni en çok üzen ve hayal kırıklığı yaratan, çok yakın iş birliği içinde olduğumuz M.D. ile H.E.'nin pasifize olmasıydı. (Bu arkadaşlarımız sadece pasifize olmakla kalmayıp, sonradan iyice burjuva saflarına kaydılar.) Özellikle M.D.'nin hareketten çekilmesini bana açıklarken yapmış olduğu benzetme hiç aklımdan çıkmadı. Şöyle demişti; "kendimizi ateşle oynamaya çalışan küçük çocuklara benzetiyorum. Hani çocuk önce elini ateşe yaklaştırır da tam dokunacağı anda 'cıss' deyip geri çeker ya! Biz de boyumuzdan büyük işlere giriştik. Dokunamayacağımız ateşle oynuyoruz".

Devrimci hareketten çekilen bu yoldaşlarımız, “Açık Mektup”a verdiğimiz yanıt hazırlanmadan önce çekilmiş olsalar, hareketimize verdikleri zararın boyutları çok daha küçük olurdu. Ancak onlar, “Açık Mektup”a verilen yanıtın hazırlanmasında da rol aldıktan sonra, mücadeleye kararlılıkla devam etmek yerine, ani ve hepimiz için sürpriz bir kararla çekilmekle hareketimize çok büyük bir zarar verdiler. Başroldeki bu üç yoldaşımızın dışında kalanların çoğu da onlardan etkilenerek çeşitli mazaretler uydurarak pasifize oldular. Bunlardan bir tanesi çekilmesine gerekçe olarak benim “Açık Mektup” yazarı ile yürüttüğüm tartışmaya ilişkin olarak "feodal bir gururlulukla diğer arkadaşa yenik düşmeme" gayreti içinde olduğumu iddia etmiş, ve "örgüt içindeki pasifizmden kurtulmanın tek yolu doğru ve yanlışı hemen ayırıp devrimci pratiğe geçmektir" dedikten sonra da adeta tükürdüklerini yalarcasına partiden istifa ederek, ama aslında partiden istifa etmekle de kalmayıp bir bütün olarak devrimci çalışmalardan çekilerek, burjuva sınıfı içinde kendine uygun bir yer bulmaya girişmiş ve bunda da başarılı olmuştu! Kendisi sonradan da yozlaşmış ticari ilişkileriyle ülkede isim yaptı!

“Açık Mektup”un yazarı, eleştirilerine karşılık olarak yürütme kuruluna alınma beklentisi içindeydi... Bu olmayınca, bir dönem liderliğini yaptığı yurt dışı bölge komitemizde görev alan yoldaşlarımızı tanıdığı için, İngiltere’ye dönerek o dönemde yurt dışı bölge komitesindeki yoldaşlarımızla, yetkisi olmadığı halde temasa geçti. Onları eleştirilerinin haklılığına ikna etmeye çalıştı... Bunda tam anlamıyla muvaffak olamasa da, oldukça derin bir kafa karışıklığına yol açmayı başardı. Ayrıca yürütme komitemizden ve örgütten istifalarla örgütün altının iyice boşalmış olması, yurt dışı bölge komitemizin, elde kalan devrimci unsurların, sadece “Açık Mektup” yazarı ve onu Kıbrıs'ta destekleyen kişi (M.O.) olduğunu düşünmesine ve onunla iş birliğinden yana tavır almasına yol açtı. Ancak bunu yaparken “Açık Mektup” yazarının “maddi konum”larımızı temel alan eleştirisini benimsemediklerini, bunu temelsiz bulduklarını da kendisine söylediler. Yurt dışı bölge komitemizin “Açık Mektup” yazarıyla iş birliği yapmasında, bizlerden (yani ben veya K.Ö. yoldaştan) birinin İngiltere’ye giderek gelişen olayları oradaki bölge komitemizdeki yoldaşlarımıza aktarmayı ihmal etmesi de etkili oldu. Aslında “Açık Mektup” yazarının eleştirilerine ve tavrına ilişkin görüş ve düşüncelerimizi onlara yazılı olarak iletiyorduk. Gerçi o ortamda yazılarımızın ne kadarının onlara ulaştığından emin değilim. Ama ulaşmış olsalar bile, açık ki doğrudan kişisel temas kadar etkili olamadılar. Böylelikle “Açık Mektup” yazarı (O.T.), yurt dışı bölge örgütümüzü de bizden kopararak 25 Ekim 1983 tarihinde yayınlanan bir bildiriyle yeni bir örgüt kurdu. Adına da KKP/Bolşevik, Örgütleme Komitesi dedi.

KKP/M-L’den geriye ben ve K.Ö. yoldaş kalmıştık. Bir de bizimle diğer taraf arasında kararsız kalan bir yoldaşımız vardı. Yeni kurulan örgütün siyasi-ideolojik olarak yeni bir açılımı yoktu. Bizim geliştirdiğimiz görüşler ve siyasi çizgimiz onların da programını oluşturuyordu.

Gelişmeler karşısında, K.Ö. yoldaşla yaptığımız değerlendirme sonucunda, mevcut görüş ayrılıklarının böylesi bir fraksiyonlaşmaya yol açmaması gerektiğine hem fikir olduk.

“Açık Mektup”la hem fikir değildik... Kuşkusuz parti çalışmalarımız arzu edilen düzeyde değildi. Sorunlarımız vardı. Ama bu sorunların sebebi üyelerin maddi konumu değildi... Bu görüşümüz mahfuz kalmak kaydıyla diğer temel konularda görüş farklılığı olmadığına göre, "biz iki ayrı örgütlenme olarak devam edilmesini doğru bulmuyoruz. Sizin kurmuş olduğunuz örgütte bir birim olarak çalışmaya hazırız" diyerek KKP/B ÖK içinde çalışmayı önerdik. Bu önerimiz kabul görmesine gördü, ama biz KKP/B ÖK içindeki tüm çalışmalardan bilinçli olarak uzak tutulduk. Yönetime bu konuda yaptığımız eleştirilere yanıt olarak KKP/B içinde bize biçilen misyonun sadece maddi katkı sağlamak olduğu şeklinde bir yanıt aldık! Böylelikle bu oluşumda yerimiz olmadığını görerek istifa ettik.

Bu arada yurt dışı bölge komitemiz de “Açık Mektup” yazarının eleştirilerine kısmen destek vermiş olmalarına rağmen KKP/B ÖK adlı oluşuma karşı temkinli yaklaştılar. “Açık Mektup”un yazarı ve oluşturduğu örgütle yakın temas içinde olmalarına rağmen, o örgütün bir parçası haline gelmediler. Gelişmeleri bir süre takip ettikten sonra ne yapacaklarına karar vermeyi tercih etmiş olduklarını sanıyorum.

KKP/B ÖK olarak muhtelif bildiriler yanında 01 Ocak 1985 tarihinden Mayıs 1992'ye kadar Kızıl Bayrak adlı bir dergi yayınladılar. İki de parti kongresi yaptılar. Bu kongrelerde, bizim KKP/M-L olarak geliştirdiğimiz tezlere katkı olarak parti örgütlenmesi konusundaki açılımı geliştirmiş olmalarının dışında yeni bir düşünce yoktu. Ayrıca 1984 yılında Yurtsever Devrimciler Birliği adında bir demokratik kitle örgütü kurdular. Bu örgüt de kitleselleşememesine rağmen 1988 yılına kadar varlığını sürdürdü.

Biz KKP/B ÖK’den ayrıldıktan sonra K.Ö. yoldaşla kopmadan birlikte çalıştık. Bir yandan KKP/M-L'yi yeniden kurmaya girişirken, öte yandan da gelişmeleri izlemeye başladık. Ağustos 1985 tarihli bir bildiriyle, KKP/M-L’nin yeniden faaliyete geçtiğini devrimci kamuoyuna duyurduk. Ekim 1987 tarihinde iki ayrı yayın çıkarmayı planladık. Bunların birincisi, kitle çalışmasına yönelik olarak "Devrimci Mücadeleye Çağrı" adlı bir siyasi dergi, ikincisi de Kıbrıs Komünist Partisi M-L (ÖK)'nin teorik yayın organı olarak düşündüğümüz “Komünist” adlı dergiydi. Her iki derginin de birinci sayılarını tamamlayarak baskıya hazır hale getirmemize rağmen, sadece birkaç fotokopi baskıyla yetinerek dergilerin basım ve dağıtım işlerini ileri götürmedik.

Bu dönemde KKP/B içinde yaşananları izleyemesek bile yayınlarını takip edebiliyorduk. “Açık Mektup” yazarı da bu arada yüksek lisans eğitimi için 1983 yılında İngiltere’ye döndüğünden, KKP/B ÖK pratikte sadece İngiltere’de varlığını sürdüren bir örgüte dönüştü. Takriben 1989 yılı başlarında, KKP/B içinde örgütlü olan arkadaşların ve yurt dışı bölge komitemizin bizimle ilişkilerini canlandırmaya başladıklarına tanık olduk. Ardından öğrendik ki, o meşhur “Açık Mektup” yazarı, bizi maddi konumumuzudan dolayı komünist olamamakla suçlayan o kariyer düşkünü, doktora yapmak için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti... Gitmeden önce de örgütüne katılan bazı yoldaşlarıyla birlikte kendi pasifizmine ve burjuva akademisyenliğine olan özentisine kılıf yaratmak için yoldaşlarına karşı düzenbazlıklar yaptı. Mali konularda örgüt üzerinden çeşitli istismarlarda bulunan bazi düzenbazları, sırf kendisine yakın oldukları için destekledi. Bizim eski yurt dışı bölge örgütümüzden yoldaşlar bunu farkederek “Açık Mektup” yazarını kendi kurduğu ve liderliğini yaptığı örgütten ihraç kararı aldılar. Böylelikle “Açık Mektup” yazarı tamamıyla pasifize oldu. Kendi kurduğu örgüt içerisindeki herkesi hayal kırıklığına uğratarak hareketten koptu! Bir Amerikan üniversitesinde “çok başarılı” bir profesör ve akademisyen olarak Amerikan burjuvazisinin hizmetinde yaşamına devam etti!

Bu gelişmeler sonrasında su aktı yatağını buldu! Biz örgütlenmelerine katkıda bulunduğumuz ve aramızda “Açık Mektup” yazarının ortaya attığı “maddi konum” tartışması da dahil hiçbir konuda görüş ayrılığımız kalmayan yoldaşlarımızla yeniden yollarımızı birleştirdik.

Bu dönemin başlarında kitle içinde devrimci çalışma kısa bir süre YDB üzerinden yürütüldü. Ardından YDB kapatıldı ve onun yerine EKİM kültür merkezi kuruldu. EKİM ismi “Emeğin kurtuluşu için Mücadele”yi simgeliyordu. Bu dönem hareketimizin kitle çalışması açısından en verimli dönemi oldu. Kıbrıs’taki Kürt kökenli işçilere de kucak açan EKİM Kültür, devrimci demokratik kitleler için bir çekim merkezi oluşturdu.

Yine bu dönemlerde 1992 yılından itibaren "Sosyalist Gözlem" adlı bir dergi çıkarmaya başladık. Bu dergi güncel aktüel haber içerikli değil, teorik içerikli bir yayın olarak tasarlanmıştı. 9 sayı yayımlanabilen dergiyi çıkarmak, ağırlıklı olarak benim omuzlarımdaki bir görevdi. K.Ö. yoldaş da zaman zaman katkıda bulunuyordu... 1994 yılından itibaren "Kıbrısta Sosyalist Gerçek" isimli aylık gazetemiz yayınlanmaya başladı. 2000'li yılların başına gelindiğinde ise, artık partileşmeyi yeniden ele almamızın zamanı gelmişti.

Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek gazetemiz hareketimizin bugün ulaştığı noktaya gelmesinde çok önemli bir rol oynadı... 1978 yılında yaşadığımız olaylardan dolayı 4 yıl hapis yatan Türkiyeli yoldaşımız (N.S.) içerideki zamanını boşa geçirmemiş, bol bol Marksist klasikleri okumuş ve hapisten çıktığında artık eskisinden çok daha nitelikli, bilinçli bir yoldaşımız olarak birçok konuda bize önderlik etmiştir... Kendisi Türkiyeli olan bu yoldaşımız, kariyerist O.T.'nin partiyi bölme girişimine hatalı bir şekilde destek vermesine rağmen, ayrılan iki grubun yeniden birleşmesi sürecine katkıda bulunmuştur. Bu yoldaşımız Kıbrıs'ın sorunlarıyla da çok ilgili olduğu için gazetemize yazılarıyla da büyük katkılarda bulunmuş, sonradan Kıbrıs Sosyalist Partisi’ni kurduğumuzda onu da enternasyonalist bir anlayışla partimize üye yapmıştık.

Partinin kuruluş aşamasında yoldaşlar parti programının hazırlanması görevini bana verdiler. Ben de N.S. yoldaşımızın yapmış olduğu bazı çalışmaları, Sosyalist Gözlem dergisinde “Engels’in Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi” yazısından derlediğim düşünceleriyle birleştirerek Kıbrıs Sosyalist Partisi'nin programını hazırladım. 22 Kasım 2002 tarihinde Kıbrıs Sosyalist Partisi resmen kurulmuş oldu.

1976 yılında devrimci komitenin kurulmasından 2002 yılında Kıbrıs Sosyalist Partisi’nin oluşumuna kadar geçen süre içerisinde, ciltler dolduracak miktarda yazılı çalışmamız oldu... Diğer örgütlerle yazışmalarımız oldu... Bunlardan özellikle KKP/M-L ÖK'ye ait arşivimde bulunan belgeleri, o yıllarda komünist hareket içinde yaşanan kaostan kaynaklı birçok hatayı da barındırmalarına rağmen, tarihi değere sahip oldukları inancıyla, gelecek nesillere ve araştırmacıların hizmetine sunmak için bu çalışma kapsamında yayınlıyorum.


EKLİ BELGELER

• Rus Sosyal Emperyalizminin Kıbrıs’taki Uşakları, Nisan 1978

• National Question in Cyprus-Revolutionary Struggle Publications, Mayıs 1978

• Kıbrıs’ta İşgal 4. Yılında, Partizan Özel Sayı, Ağustos 1978

• Kıbrıs’ta Milli Mesele, Devrimci Savaş Yayınları, 1978

• Revizyonizm Yıkılacak M-L Zafer Kazanacaktır: III. Dünya Gençlik Festivali 1979

• Kıbrıs’ta Emperyalist Çözüm Planlarına Hayır-KKP-ML OK, Haziran 1979

• Yaşasın Bir Mayıs, Devrimci Savaş Yayınları, Nisan 1979

• No To Imperialist Solution Plans in Cyprus, CPC-ML OC, Haziran 1979

• Lackeys of Russian Social-Imperialism in Cyprus AKEL-CTP-Revolutionary Struggle Publications-Sept 1979

• In Struggle, 17 June 1980 Interview with CPC-ML OC, Haziran 1980

• Kıbrıs Devriminin Genel Çizgisi, Belgeler, 1980

• MLPun Eleştirisi Kıbrıs Devriminin Genel Çizgisi, Belgeler, 1980

• Örgütlenme, Kıbrıs Devriminin Genel Çizgisi, Belgeler, 1980

• AKEL-CTP Kıbrıs Devriminin Genel Çizgisi, Belgeler, 1980

• KKP-ML OK 1. Konferans Belgeleri, Ocak 1981

• Kıbrıs’ta Komprador Kapitalizmi ve Tarihi Gelişimi, 1981

• Kıbrıs Sorunu ve ML Tavır, KKP-ML(OK), Kasım 1982

• First of May and Our Tasks, CPC-ML OC, April 1983

• 1 Mayıs 1983 ve Görevlerimiz, KKP-ML, 1983

• Kıbrıs Devrimi Üzerine Tamamlayıcı Tezler (digitised), Haziran1983

• Patriotic Revolutionaries Union, 16 Ekim 1983

• Uluslararasi Komunist Hareket Üzerine Kısa Değerlendirme, Haziran 1983

• Faşist Darbe ve İşgalin 10. Yılında, KKP(B) OK GMK, 15 Temmuz 1984

• KKP OK Bildirisi, 15 Temmuz 1984

• KKP B(OK) Bildiri, 20 Temmuz 1985

• KKP ML-OK'den Duyuru, Ağustos 1985

• TKP-ML(B) Konferansı Kıbrıs Mesajlar ve Karar, 1986

• Komunist Sayı 1 Çıkarken KKP-ML (OK), 1 Ekim 1987

• Komunist-KKP(ML)-OK Teorik Yayın Organı Sayı, 1-Ekim 1987

• kkp ml faaliyet raporlari:1. 1977-78 raporu, 2. 1978-79 Raporu, 3.1979-1980 raporu.

• Kızıl Bayrak, Kıbrıs Komünist Partisi Bolşevik Örgütlenme Komitesi Merkez Yayın Organı

• Kızıl Bayrak Sayı 1, Ocak 1985

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 1, Frankfurt Almanya, Mayıs 1985

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 2, Frankfurt Almanya, Mart 1986

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 3, Frankfurt Almanya, 1 Mayıs 1986

• Kızıl Bayrak, Sayı 2, Temmuz 1986

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 4, Frankfurt Almanya, Kasım 1986

• Kızıl Bayrak Sayı 4, Ocak 1987

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 5, Frankfurt Almanya, Mart 1987

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 6, Frankfurt Almanya, Mayıs 1987

• Kızıl Bayrak Sayı 5, Temmuz 1987

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 7, Frankfurt Almanya, Kasım 1987

• Kızıl Bayrak Özel Baskı, Frankfurt Almanya, Şubat 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 8, Frankfurt Almanya, Mart 1988

• Kızıl Bayrak Sayı 6, Nisan 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 9, Frankfurt Almanya, Mayıs 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 10, Frankfurt Almanya, Mayıs 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 11, Frankfurt Almanya, Temmuz 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 12, Frankfurt Almanya, Ekim 1988

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 13, Frankfurt Almanya, Mayıs 1989

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 14, Frankfurt Almanya, Kasım 1989

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 15, Frankfurt Almanya, Mart 1990

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 16, Frankfurt Almanya, Mayıs 1990

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 17, Frankfurt Almanya, Temmuz 1990

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 18, Frankfurt Almanya, Mart 1991

• Kızıl Bayrak Özel Sayı 19, Frankfurt Almanya, 1 Mayıs 1991

• Örgütlenme Kaynak Listesi, Kızıl Bayrak Yayınları, Nisan 1987

• Bolşevik Tipte Bir Komünist Partisini Örgütleme Üzerine Kaynak Listesi, Frankfurt Almanya, Kızıl Bayrak Yayınları, Nisan 1987

• Lenin Rusya Protestosu, Kızıl Bayrak Yayınları, Şubat 1988

• Lenin Rusya Görevleri, Kızıl Bayrak Yayınları, Şubat 1988

• V.I. Lenin, Rusya Sosyal-Demokratların Görevleri, Frankfurt Almanya, Kızıl Bayrak Yayınları, Ocak 1988

• V.I. Lenin, Rusya Sosyal-Demokratlarının Bir Protestosu, Frankfurt Almanya, Kızıl Bayrak Yayınları, Şubat 1988

• Evkaf'ın Durumu Hakkında Kısa Bilgi

• KKP-ML OK Yetkilisinin Görüşleri

• TKP-ML(B)'nin Kıbrıs Değerlendirmesi ve KKP-ML(OK) Mesajı

• Yaşasın Bağımsız ve Demokratik Kıbrıs-KKP-ML-TKP-ML Ortak Açıklaması

• Liste, Kızıl Bayrak, 1985-1992















Yorumlar

Popüler Yayınlar