İki ayrı cephede mücadele...

Bugün 8 Ekim 2022... Kıbrıs'ta karma evliliklerden doğan insanlarımızın ve Kıbrıslı Türklerin eşlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olma hakkını teslim etmemekte ısrar eden, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yöneten ırkçı ve ayrılıkçı apartheid rejimine karşı açtığımız davanın son duruşması, bundan tam 6 ay önce yapılmış ve dava karar için ertelenmişti... 6 ay geçmesine rağmen karar hala okunmadı...

Belli ki Kıbrıslı Rum egemenlerin kuyruğu sıkıştı! Nasıl bir karar vereceklerini kestiremiyorlar. Bizim bir sonraki adımımızın da AB mahkemelerine başvurmak olduğunu biliyorlar.

Bu arada, önce vatandaşlık verilen, sonra da pasaportunu yenilemeye gittiği zaman pasaportu elinden alınarak vatandaşlığı iptal edilen bir çocuğumuz için açtığımız davayı da kazandık... Bu çocuğumuz pasaportunu ve kimliğini geri aldı.

Kıbrıs Türk halkı, kuzeyde dinci faşist AKP rejimiyle mücadele ederken, adanın güneyinde de sözümona federal barış isteyen, ama adadaki statükoyu sürdürmek için elinden gelen her şeyi yapan ırkçı ve ayrılıkçı bir rejimle mücadele etmektedir.

Kıbrıslı Türklerin kiminle evleneceğine ve nerede çocuk yapacağına bu rejim karar verecek! Böyle bir rezillik Hitler yönetiminde bile görülmemiştir...

Güneydeki egemenlerin gücü, belli ki ancak özel hayatımıza müdahale etmeye yetiyor!

Kuzeyde ise irademizi boyunduruk altında tutmaya çalışan bir işgal rejimi var...

Toplum liderinin kim olacağını, parti liderlerinin kimler olacağını, başbakanın kim olacağını, bakanların kimler olacağını, zaten yıllardır bu rejim belirliyor. Ama bunlar yetmedi... Şimdi bir de ihtiyaçlarımızın neler olduğuna, önceliklerimizin neler olduğuna da karar veriyorlar!

Külliye meselesi basit bir gereklilik meselesi değildir... Kuzey Kıbrıs'ın her köşesine dikilen camilerden sonra, külliye de Ankara'daki Osmanlı artıklarının Kıbrıs'ın kuzeyini sömürgeleştirme girişimlerinin önemli bir sembolü olarak halkımıza dayatılmaktadır. Halk istemeyiz dedikçe, külliyeyi bize "me to zori" (zorla) hediye edecekler.

Bizse “gölge etmeyin başka ihsan istemez” modundayız... İrademize karşı yapılmış bu saldırıya karşı halkımızın tepkisi büyük... Ama buna tepki duymak yeterli değil. Külliye için değil, ama irademizi ve egemenliğimizi elde etmek için topyekün bir mücadele başlatmalıyız... Bu mücadele, siyasi partilerden başka, sendikaların ve tüm demokratik kitle örgütlerinin katkısını gerektirir. İhtar grevleri, genel grevler, en kritik noktalarda iş yavaşlatmaları ve iş bırakma gibi yöntemlerle hayatı durdurmalıyız. Çünkü irademize yapılan müdahalede öne çıkan, sembolleşen olay, "cumhurbaskanlığı yerleşkesi", nam-ı diğer "külliye" olsa da, asıl müdahale geleceğimize yapılmaktadır...

Karşı karşıya olduğumuz gerçek müdahale, külliyeden önce gündeme gelen ve Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe mahkum eden "eşit egemen iki ayrı devlet" politikasıdır!

Bu politikanın sembolü de külliye değil, bizzat Tatar'ın kendisidir!

Güneydeki hukuksuzluğa karşı, uluslararası hukuk yoluyla mücadelemizi sürdürüyoruz.

Kuzeydeki hukuksuzluklara karşı da, tüm toplumsal kurumlarımızla, anti-sömürgeci, anti-işgalci, kısacası anti-emperyalist bir mücadele yürütmek zorundayız. Bunun yanında, bu mücadelemizi uluslararası alana da yaymak zorundayız. Uluslararası alan derken, pek güvendiğimizi söyleyemeyeceğim uluslararası hukuka da başvurmak zorundayız. Ama bu yeterli değildir... Mücadelemizi uluslararası işçi sınıfının gündemine taşımak, özellikle de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere gibi garantör ülkelerin emekçi halkları ve işçi sınıflarının desteğini talep etmek zorundayız... Çünkü bu mücadeleyi tek başımıza, kendi gücümüzle kazanamayız!

 

8 Ekim 2022, Avrupa gazetesi

Yorumlar

Popüler Yayınlar