Dilenmeyi Değil Direnmeyi Seç! (2)

Uluslararası hukuk dışındaki KKTC devletinin 2 ana gelir kaynağı var:

1. Sömürgecinin sağladığı mali kaynak

2. Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan halktan toplanan vergiler

Sömürgecimiz uluslararası ilişkilerinde içinden çıkılmaz bir batağa saplanmış durumda. Anglo-Amerikan emperyalizmine Ortadoğu’da jandarmalık yapacak ve bundan kendi emperyalist emelleri doğrultusunda pay kapacak diye, Irak’ta, Suriye’de haksız savaşlara bulaştı. Şimdi de Libya’ya asker gönderiyor. Altından kalkamayacağı bir mali yük altına girmiş durumda. Devletin kasasının boşaldığı söyleniyor. Bu şartlarda alt yönetime yeterli kaynak aktaramıyor. “Kendi kaynaklarınızı kendiniz yaratın, daha fazla vergi toplayın” diyor. KKTC’deki hükümetler "çaresiz" daha fazla vergi toplamaya girişiyor.

Üstüne üstlük sömürgecimizin bozulan ekonomisi, üretim düzeyindeki gerileme, parasının değerinin de sürekli olarak düşmesine yol açıyor. Göbekten bağlı olduğu büyük emperyalist güçlere jandarmalık yapıp da onların Ortadoğu'da yaptıkları vurgundan daha fazla pay kapayım derken, aslında eldeki bulgurdan da oluyor. Elindekini de kaptırıyor.

Türk lirasındaki durmak bilmeyen devalüasyon, hem sömürgecimizden gelen maddi kaynağın gerçek değerini düşürüyor hem de halkımızdan elde edilen vergi gelirlerinin değerini düşürüyor.

Bu durumda ne yapsın ki biçare hükümetlerimiz? Elleri mahkum! Zam yapacaklar!

Başka çare yok mu? Var olmasına var ama, o çareyi hayata geçirmek için egemen olmanız gerek, irade sahibi olmanız gerek!

Yani emperyalist politik-ekonomiden kopmayı, gerçek anlamda bağımsız bir ülke yaratmayı göze almanız gerek!

Bunu günümüz burjuvaları gerçekleştiremez ve gerçekleştirmiyor da zaten...

Peki ama halkı biraz olsun rahatlatmak için hiç mi çareleri yok? Var elbette..!

Neymiş o çare? Ya uluslararası geçerliği olan bir para birimine, Euro veya dolara geçer, Türk lirasını Kuzey Kıbrıs’ta tedavülden kaldırırsınız, ya da hiç değilse tüm muhasebe işlemlerini, maaş, ücret ve fiyatları dövize endekslersiniz!

Kıbrıs’ın kuzeyindeki kavga, ekonomik alanda bir kavga olmanın ötesinde, siyasal bir kavgadır. Kıbrıs Türk halkının EGEMENLİK KAVGASI söz konusudur. Sendikalar ve örgütler buna göre davranmalıdır. Sendikalarımızın hedefi halkımızın özgür iradesini savunmak ve halkımıza dayatılan boyunduruk paketlerini reddetmek olmalıdır. Bu bağlamda yeni bir sosyo ekonomik mücadele stratejisine ihtiyacımız var. Savunma stratejisine değil, saldırı stratejisine ihtiyacımız var. Saldırı stratejisi, "Ankara tarafından yönetilmeyi reddediyoruz, bu memleket bizim, biz yöneteceğiz!" demektir.

Saldırı stratejisi, ülkemizi sömürgeleştiren, halkımızı asimile ederek kimliksizleştirmeye çalışan Türkiye'nin bağnaz ve Anglo-Amerikan işbirlikçisi yöneticilerine karşı, Türkiye işçi sınıfının da desteğini alarak, her alanda uzlaşmaz bir mücadeleye hazırlanmak demektir.

Sözde liberal yani "özgürlükçü" ekonomi diye bize yutturulmak istenen vahşi soygun düzeniyle, yaşam standartlarımız neredeyse açlık seviyesine düştü. Bu vahşi soygun düzenine şiddetle karşıyız. Planlı ve halk kitlelerinin tüm gereksinimlerinin tatmin edilmesini hedef alan bir ekonomik düzen için mücadele etmeliyiz.

Bu kavga “dilenerek" değil DİRENEREK KAZANILACAKTIR!

11 Ocak 2020, Afrika gazetesi

Yorumlar

Popüler Yayınlar